Mmm Nefis Nefs

Nasıl ki varoluşum bu dünyaya gelişimle başlamıyorsa, buradan gidişim de ölümüm değildir biliyorum. Ve başka bir boyutta varoluşumun devam edeceğini de.

Belki de ne gidişim olacak, ne de kılıfım değişecek.

Benim algım değiştikçe, başka bir gerçeklik yaşamaya başlayacağım ansızın.

Gezegenimi ve yaşam formumu bile değiştirmeden.. Kim bilir?

İnsanlık her gün yeni bir idrake kendini açarken, bin yıldır bildiklerimiz, bu kadar hızla çürürken ve ben dün hararetle savunduklarıma, bugün gülüp geçiyorsam eğer…

O vakit, hayatın akışında yaşananları, neden bu kadar ciddiye alıyorum ki?

Neden etkileniyorum, söylenenden ya da söylenmeyenden acaba?

Her ne kadar yaşadıklarımın, zihnimin holografik bir yansımasından başka bir şey olmadığına inansam da, yine de bu yansımalar dünyası hala ne kadar da çekici geliyor bana? Ne çok sevdim ben bu rüya alemini?

Zihnimin türlü türlü oyunlarına feda ettim, sonsuz huzurumu, çocuksu masumiyetimi ve saf sevgimi.

Sınırlı zannettim varoluşun bana bahşettiklerini..

Unuttum uzun zaman, sadece sevgi ve ışıktan var edildiğimi…

İncittim oyun arkadaşlarımı,  oyunun tatlı bir rüyadan ibaret olduğunu unutarak…

Rüya zaman zaman kabusa dönünce de, hastalıklar, kayıplar, afetler ve savaşlarla, hatırlar oldum, taa en başından beri, bu oyunu nasıl birlikte kurduğumuzu.

Tadı çıksın diye, heyecanı tırmansın diye, nasıl yedi küsur milyar evrene bölünüp, burayı mekan kıldığımızı.

Şimdiyse tekrar hatırlama zamanı

Tüm bu unuttuklarımızı

Var dediklerimizin hiç olmadığını

Ve yok saydıklarımızın da, aslında var olduğunu …

O sonsuz kaynağın, bölünmüş bir nefesi olmak demek; aldığımız her nefeste bütünü tüm ihtişamıyla, var edebilme potansiyeline de sahip olmak demek . Her zerrede de yerkürenin sonsuz bereketine ermek demek. Bunun gerçekleşmesi; tüm bölünmüş nefeslerin, yeniden bir büyük nefes olduğunu hatırlamasıyla gerçekleşebilir ancak.  Tıpkı başlangıçtaki gibi. Tıpkı vücudumuzda ki her bir hücrenin, ahenkle birbiriyle titreşerek bedenimizi var kılıyor olması gibi. Tıpkı okyanusta bir su damlası zannederken kendini, aslında okyanusun kendisi olduğunu hatırlamak gibi…

İşte kendimi sınırlı bir varlık olarak hissettiğim zamanlar da, kendimden kendime söyleşirken diyorum ki “Arada bir dengen şaşarsa eğer, sakın moralini bozma. Önce hiç acele etmeden, tamamen kendi hızında sadece ayağa kalk, sonra kendini tekrar hazır hissettiğinde, yeniden başla yürümeye…

nefis ve nefs cocuk ayak

Yanında biri var mı yok mu diye düşünme… Zaten tek başına gelmedik mi başlangıçta da buraya… Ananın rahmine de tek başına düşmedin mi? Daha minicikken bu zorlu macerayı göze almadın mı bir başına? Popona ilk şaplağı yediğinde ve ilk nefesini alırken bu dünyada; eşin, dostun, kardeşin, rehberin, çocuğun mu vardı yanında? Bir başına değil miydin yine ? En yakın olduğun annenden bile,  doğduğun anda kesilmedi mi göbeğin?  İşte o ilk kesilişte, yalnızlık hissini yaşadın ve bitirdin sen. Tattın ve hiç de zor olamadığını anladın o zamandan.

Hatırladın mı? Bu kadar basit aslında. Ve desteksiz ilk adımını atarken hani… Nasıl da gururlanmıştın kendinle. Başarı bağımlılığında ilk böyle başladı belki de. Hep mükemmel adımlar atma telaşın. Hep düşüne taşına. En iyi, en verimli, en sağlam, en uyumlu, en güzel, en estetik, en alkış alan adımı nasıl atarım dedin durdun içinden.. Zihnin; atacağın adımlarını düşünmekten yorgun düştü giderek.. Şişti, bunaldı, karıştı, sordu, sorguladı… Bitmek bilmez mesaisi, sanki o ilk adımda başladı.. En doğru adımı atacağım derken kararsızlığı öğrendin.. Çünkü düşünüp taşınıp attığında, sanki daha az pişman olmaya inandırdın kendini. Bu vesileyle pişmanlık denen duyguda – uzun bir zaman – işte böyle hizmet etti, o kurban bilincine.

En başarılı adımlar, en kritik kararlarla geliyordu zira. Karar almak öyle hafife alınacak bir iş değildi. Sen önemliydin. O yüzden seçimlerin de çok önemliydi… Aceleye gelmezdi. Çünkü uzun süre kafa yorulmuş iyi seçimler ve doğru atılmış adımlar takdir toplardı. Övgü ne güzeldi. Ne kadar zevkli, şahane, tadına doyulmaz bir şeydi… Tribünler için her şey yapılırdı böyle giderse. Tam aferin delisi olmak üzereyken, oyunu farkedip, tribüne geçmeyi öğrendin neyse ki..  Biraz ilerisinden oyunu seyretmenin çok daha eğlenceli olduğunu farkettin birden. Tabi oyunun dışına çıkıp, seyretmeyi becerebildiğin vakitler…

nefis-ve-nefs

Zaman içinde türlü türlü yeni oyunlar keşfettin kendi illüzyonik dünyanda.. Hepsi de çok eğlenceliydi. Olanı olduğu gibi seyretme hallerin uzadıkça, esmalar açıldı içinde. Penceren  genişledikçe, büyük resim göründü gönül gözünden. Manzaradan büyülenip, sözler döküldü dilinden, renkler aktı özünden. Zaman zaman o açılanları “sana ait” zannettiğin anların oldu. Ve o heyecanla, tribünden sahaya atladığın ve oyuna kendini biraz fazla kaptırdığın zamanlar yaşadın.  Evet ilk bakışta belki senin hazinen gibi görünse de bunlar, aslında sonsuz kaynaktan bir iki kasecik ödünç aldığın lezzetli soslardı sadece. Adına “nefs” dedikleri. Hem zehir gibi acı, hem de bal gibi tatlı olan. Ve damağında bıraktıkları bazen buruk, bazen de o “nefis” tadlar, seni hakikate uyandırmak içindi sadece.

Şimdiye kadar bildiğin benliğinin ötesindeki özünle buluşman ve onunla “bir”leşmen içindi hepsi de. Sana özel zannedip, onunda kölesi olasın diye değil.

Bir oyun sahnesiyse eğer burası, adı üstünde oyun işte deyip geçersin. Oynarsın keyifle. Eğlenirsin. Oyun biter, dağılırsın. Birkaç dakika sonra da unutursun. Üzerinde ahkam kesmezsin günlerce… Çünkü gerçek değildir ki… Bunun farkında olan dingin zihinler ve bilge yürekler, hemen bir sonraki oyuna geçerler…Tıpkı çocuklar gibi… Çocuk saflığında… Heyecanla ve her oyuna eyvallah diyerek… Önce ki oyunu unutarak ve gelecek oyunların hayaliyle yaşamayarak..  Sadece o an oynadığının biricikliğini tadarak… Ne diğer oyun arkadaşlarına öfkelenecek kadar kendini oyuna kaptırırsın, ne de acaba ahengi bozar mıyım diye düşünmekten, eğlenceyi kaçırırsın… Onlarla aynı oyunun ve “mucize bütünün” içinde olduğunu hiç unutmayarak… Süreci keyifle yaşayıp, olandan etkilenmeyerek. Sonuca kurban değil, sürece tanık olarak. Kimi zaman seyrin, kimi zaman da oyunun hakkını vererek…

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir