Şeylerden korkmak mı, yoksa korkmaktan korkmak mı?

Korku; çoğumuzu fazlasıyla tedirgin eden, huzursuz eden, strese sokan bir duygu. Aslında kimse korkmadığını iddia edemez; çünkü korku, duyguları olan varlıklara has bir duygudur. Hepimiz zaman zaman korku duyarız.

Çok değişik hatta absürd, komik sebeplerden bile olabilir bu durum. Kimimiz köpekten, fareden korkarız, kimimiz süratten, yüksekten. Kimimiz amirinden korkar, kimimiz ise tehlikeli diye adlandırdığı şeylerden. Sonuçta her birimiz bu duyguyu öyle ya da böyle belirli durumlarda yaşarız. Aramızdaki farkı ise bu duygunun da diğer duygular gibi kontrol edilebilir olduğunun bilincinde olmamız ortaya çıkarır.

Bazıları – çoğu, korkar da, korkusunu gidermek için ya da korktuğu başına geldiğinde altından kalkmak için önceden hiç bir şey yapmaz. Sadece korkar, gerçekleşmesinden korkar, başına gelmesinden korkar, korktuğu başına gelmesin diye dualar eder de, bu iş başıma gelirse ne yapmalıyım diye önceden düşünmez, hesabını, planını yapmaz.

İnsan aslında bilmediğinden korkar. Bilgi korkuyu bir anda azaltır, çünkü bilgi güçtür. Korktuğu şeyin sebeplerini, koşullarını, gerekçelerini bilen biri, kendi aklında korktuğu şeyin açıklamasını yaparsa, korkusu azalır. Çünkü artık korktuğu şey bir gizem olmaktan çıkar, sakınılması gereken bir tehdit olur. Bu tehdidin de belirli önkoşulları ve unsurları vardır. O zaman bu ön koşulların yaratılmasını önlemek ve unsurlarını önceden ortadan kaldırmak, bizi bir ölçüde korkularımızla karşılaşmaktan koruyabilir.

korkmak

Önlemler, son çözümlemede bizi 100% koruyamasa bile — çünkü insanoğlu, çevresini ancak belirli bir ölçekte kontrol edebilir ve değiştirebilir, — korktuğumuz başımıza geldiğinde uğrayacağımız zararı azaltır. Ki bize korku veren, ancak kontrolümüz dahilinde olmayan unsurlara karşı yapabileceklerimiz, önlemlerle sınırlıdır. Yine de bu önlemleri hiç küçümsemeyin, akıllı bir insan değişken koşulları öngörebilir ve kendini ona göre hazırlayabilir. Sonuçta da, korktuğuyla karşılaştığında normalden daha az zarar görür.

Korku ve stresin iki uç noktası vardır. Biri mutlaka sakınılması gereken “panik hali”, diğeri de, bu uyaranların olumlu bir motivasyon aracı haline getirilmesi sonucunda kazanılan kontrol ve dikkat.

Çok zor bir parkuru aşmaya çalışan dağcı ne kadar iyi olursa olsun korkar ve strese girer ama asla kontrolünü yitirmez ve paniğe kapılmaz. Belli bir ölçüye kadar korku ve stres mutlaka olmalıdır. Yaptığı tırmanışın ciddiyetini ve risklerini küçümsemeyen, ama aynı zamanda da abartmayan dağcı en doğru seçimleri yapar. Korkusunu ve stresini öyle kullanır ki, dikkatini 3-4 katına çıkarır. Her tuttuğu kayayı, her bastığı yeri mutlaka kontrol eder. Çevresini, düşebilecek taş veya çığlara karşı sürekli gözlemler ve herhangi bir aksilik olursa ne yapacağı konusunda mutlaka bir planı olur. Ani bir tehlike ortaya çıktığında da, stres altında, korkarak ama kontrollü ve soğukkanlı bir şekilde yapması gerekenleri yapar.

Burada farkı yaratan yaklaşımdır. Riskleri bilmek, önlemini alıp hazırlıklı olmak, acil durumlar için eylem planı yapmak ve gerektiğinde bu planı uygulayabilecek psikolojik sağlamlığa sahip olmak. Korktuğumuzla yüzleşmekten değil de, ona hazırlıksız yakalanmaktan korkalım.

Kahramanlar korkularını en iyi gizleyenlerdir. 

Deniz Çobanı

Okyanuslarımızda, balinalarımızı, foklarımızı, dugonglarımızı, albatroslarımızı, deniz fillerimizi, deniz kaplumbağalarımızı, yunuslarımızı, kısacası aslında çocuklarımızdan ödünç aldığımız paha biçilmez deniz canlılarımızı ve ekosistemimizi, bilinçsizce, hesapsızca, vahşice yapılan kıyımlardan korumak amacıyla, gece gündüz mücadele eden bir çoban dolaşıyor.

Sea Shepherd Conservation Society, kar amacı gütmeyen, herhangi bir hükümete bağlı olmayan ve deniz yaşamını korumak için kabul edilmiş anlaşmaların, uluslararası kanunların ve kuralların ihlal edildiği durumları araştıran ve belgeleyen bir sivil toplum örgütü. Aynı zamanda, imzalandığı halde, yetki sorunlarından veya politik kaygılardan dolayı takibi yapılmayan uluslararası anlaşmaların maddelerinin yerine getirilmesi konusunda zorlayıcı önlemler almaya çalışan, kendi deyimiyle “doğrudan doğruya hareket” modeli ile müdahale eden kurum, Greenpeace çevre örgütünün de kurucularından olan ancak sonradan ayrılan Kaptan Paul Watson tarafından, daha etkin müdahale edebilmek amacıyla 1977 yılında kurulmuş.

Gönüllülerden oluşan ekipleriyle Sea Shepherd gemileri, kameralar ve fotoğraf makinalarıyla, deniz ekosistemine zarar veren bütün kaçak avcıları belgeliyor. İlgili kanun maddeleri ile, hükümetlere hukuki takibin yapılması konusunda baskı yapıyor ve medya kanalıyla da konuyu kamuoyunun bilgisine sunuyor. Açık denizde ise kurallar daha sert; bürokratik olmayan organizasyonu ve doğrudan doğruya hareket ilkesiyle Sea Shepherd, Uluslararası Balina Avcılığı Komisyonunun yasakladığı sularda avlanan Balina gemilerini ve tüm okyanuslarda kullanımı yasak olan Akıntı Ağlarıyla avlanan gemileri saptayıp batırıyor.

Denizlerimizin, dünyamızın, çocuklarımızın geleceği için savaşan, bütün deniz canlılarının, kendi deyimleriyle okyanus vatandaşlarının hakkını arayan bu idealist, korkusuz deniz çobanını daha yakından tanımak için; http://www.Seashepherd.org adresine bakabilirsiniz.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir