Son fırça darbesi

Mevlana der ki: “Her şey üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme! İşte orası kaderinin değişeceği noktadır…”

Peki ama nasıl? Bu gerçekten mümkün olabilir mi? Aslında bu durum yaradılışımız itibariyle ne kadar dayanıklı olduğumuz ile ilintilidir. Aslına bakarsak fiziksel olarak da, ruhsal olarak da aynı kural söz konusudur. Bittiğini sandığın noktada tükenen aslında bedensel enerjidir. Zihnin ve bedenin mekanikliğinden sıyrılabilirsen ortaya çıkacak yeni enerji içseldir. Ve içselliğinin kalın katmanlarını aştıkça enerji büyüyecektir… İşte orası kaderinin değişeceği noktadır…

Örnek vermek gerekirse; diyelim ki açsın, bu durumu yok say ve bedeninin açlığı tamamen hissetmesine izin ver. Sakin ve sessizce bekle. Onu aç hissetmemeye zorlama. Aç olanın sadece bedenin olduğunu kabul et. Bedenini baskılama. Mekanik davranışlardan vazgeç. Bunu gerçek anlamda başarabilirsen aniden bir boşluk hissedeceksin. Bedenin ve senin aranda bir mesafe oluşacak. Açlığı unutmaya çalışırsan kaybedersin. Oruç tutmanın mantığı da, sadece belirli saatlerde aç kalıp, açın halinden anlamak değildir. Oruç tutarken başka şeylere yoğunlaşıp, en kötüsü tembellik edip uyumanın hiç bir anlamı yoktur. Ancak açlığı hissetmektir aslolan. Hilelere başvurmadan bedenine açlığını hissetmektir. Bırak açlık tüm şiddetiyle seni sarssın. Ortada bir çatışma yok, baskı yok ve kaçış da yok. Öyleyse artık kendini keşfedebilirsin. Seni geliştiren açlık değil, aç olanın bedenin olduğunu kabullenmen olacaktır. Zihin bu şekilde işler.

Bir başka örnek vermek gerekirse; can sıkıcı bir durum olduğunda zihin seni öfkelendirir. Bırak öfke zihninde dursun. Konuya ilgisiz kal. Kendini öfke ile özdeşleştirme. Öfke seni sarar ama sen öfke değilsin. Karşına her türlü kışkırtma çıkacaktır. Zihnin sana daha önce benzer durumlarda yaptığın gibi ‘öfkelen’ komutunu verecek. Öyleyse bu mekanikliğe karşı çıkacaksın ve direneceksin. Evet çok zor gibi görünse de geri çekilip durumu ve kendini değerlendireceksin. İçselliğin bir ayna olacak dışarıdan kendini izleyeceksin…

Tecrübelerle sabit, ezber tepkiler zihninin sana oynadığı başarılı oyunlardır. Ancak sen bu oyunların bir adım ötesine geçip gerçek ‘sen’i bulacaksın. Zihinle işbirliği yapmadığın takdirde zihin sana yenik düşecek ve içselliğinle tanışacaksın. Bu bambaşka bir enerji. Bu muazzam saflıkta ki enerji ancak ana enerji deposunu tamamen tükettiğinde ortaya çıkabilir. Sadece gündelik işlevlerini tamamlayabilmene yarayan sıradan enerjini tüketebilirsen eğer seni içsel bir atom enerjisi karşılayacak. Bu enerjiyi yine zihnin hizmetine verirsen, zihin yine seni bilinen yola götürecek. Eğer vermezsen sonunda bir arzusuzluk durumuyla karşılaşacaksın. Ve bu dinginlikte içsel atom enerjisi ile içsel enginliklerine yelken açabilirsin… Keşfedeceğin her şey özgün, eşsiz ve tamamen sana ait olacaktır. İşte burası kaderinin değiştiği nokta olacak…

Gelelim işin daha fiziksel olan kısmına. Hepimizin yaşamında yorgunluktan uyuyamadım dediği günler elbet olmuştur. Bizi bu durumlarda uyutmayan şey yorgunluk değil, yorgunluğun son noktasında bizi uyutmayacak kadar ortaya çıkan içsel enerjidir. Veya diyelim ki gerçekten yorgunluktan adım atamayacak haldeyiz ancak acil durum bir söz konusu olabilir. İşte o anda aniden ağrı, sızı, uyku ve her türlü engel ortadan kalkar ve sabaha kadar maraton koşabilecek kadar enerjik duruma geliriz.

Bu içsel enerjiyi kaidesiyle keşfedenlere tarihten örnek vermek gerekirse Seyit onbaşı en uygun aday olacaktır.

thSeyit onbaşı; 1909 yılında Osmanlı Ordusu‘na katıldı. Balkan Savaşı‘nda çarpıştı. I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile Çanakkale Cephesi‘nde topçu eri olarak göreve başladı. 18 Mart 1915‘te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı‘nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Onbaşı Rumeli Mecidiye Tabyası‘nda görevliydi. Türk topçusunun yoğun karşı ateşi ve daha önceden Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar, bu saldırıyı püskürttü. Yapılan atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit Ali 215 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştirdi. Seyit Ali, ilk iki atışta Ocean’a hafif bazı hasarlar verdiyse de, üçüncü atışında Fransız zırhlısı Ocean’a ağır yara verdi. Atılan mermi geminin su kesiminin biraz altına isabet ederek geminin anında yan yatmasına neden oldu, daha sonra Nusret mayın gemisi‘nin döktüğü mayınlardan birine çarptı. Ocean’ da bu yaradan kısa bir süre sonra alabora olarak battı. Bu yüzden komutan ona onbaşılık görevini verdi. Çanakkale savaşından bir gün sonra Seyit Ali Onbaşı’dan top mermisi sırtında fotoğrafı çekilmesi istendi. Seyit Ali Onbaşı ne kadar zorlansa da top mermisini kaldıramadı. Sonra Seyit Ali Onbaşı “Yine savaş çıksın, yine kaldırırım” dedi. Bundan sonra ancak fotoğrafı tahta bir mermiyle çekilebildi. 

Kendi içsel gücünün farkında olmayan insanoğlu için aslında acı ve çaresizliği çektiği son nokta, en anlamlı atlama taşı mahiyetinde. Mucize denen kudret, maddi ve manevi boyutlarıyla içimizde bir yerlerde gizli. Bir Tanrı parçacığı misali derinlerde keşfedilmeyi bekliyor. Ancak yaradılış kaynaklı olduğu için rastgele değil ona ulaşmak. Bedenin ve zihnin tüm zorlu engellerini aşabilirsek mucizevi bir içsel Big Bang ile karşılaşmak imkansız değil. Ulaşılması bu denli zor çünkü eğer kolay olsaydı insanlık için büyük bir tehlike söz konusu olurdu. Kim bilir belki de Yaradan bizi bizden korumak amacı ile en derinlerimize yerleştirmiştir bu büyük enerjiyi. Acının ve yalnızlığın kalın katmanları ancak en bitik noktada tam anlamıyla aşılabilir. parçaçcık

Mucizeler Dünya tarihinde her zaman var oldular. Ancak bilmemiz gereken aslında mucizenin içsellikten geçtiğidir. Mucize, içimizde… Mucize, kendimize ayna olabilmekte… Mucize, sabırla kozaya tahammül edebilmekte… Mucize Michelangelo’nun Tanrı ve Adem’e son fırça darbesinde…

Mucize, her boyutuyla keşfedilmeyi bekliyor…

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x