Uzun bir yirmi iki saatlik yolculuk, heyecanla ve zorlu koşullarla geçtikten sonra nihayet Bali adasındayım…
Adalar Ezoterik bilgiler içinde en iyi büyülerin ve güzelliklerin gerçekleştiği önemli enerji alanlarıdır. Anımsayalım büyük bilge cadı; CİRCE de bir adada yaşamıştı ve annesi Hekate tarafından en önemli detayları ve bitki kullanımlarını ondan öğrenmişti. Yol boyunca beni bir büyüsel gücün beklediğini hissediyordum. Adaya ayak bastığım da ise hissettiğim en güçlü duygu; Cennetin burada olduğuydu.
Ağustos ayı olmasına rağmen ılık bir hava beni karşılamıştı, küresel ısı değişimleri belli ki buraları da etkisi altına almıştı.
20 saatlik bu uzun yolculuğun ardından konaklayacağım Ubud da ki bungolowuma yerleşmiştim bile. Palmiye ve muz Ağaçları arasındaki bu geçici konaklama alanında beni güler yüzle karşılayan Budist aile güler yüzü ve içtenliği ile beni evime gelmiş gibi hissettirmişlerdi. Biraz uyku ve ılık bir banyo ardından gözlerimi uykuya kapatmıştım bile.
Ubud iyileşmek isteyenlerin ve şifacıların varlığı ile dolup taşan bir bölge,sokaklar öylesine kalabalık ki bu insan seli ve karmaşık kültürel farklılığı ile onların arasına karışıp gidiyorum. Üç haftalık bu seyahatimin her köşesini şifalandırmak ve adanın güzelliklerini içime çekmeye niyet ederek gelmiştim.
Düzenli olarak bedenim, ruhum ve zihnimin tazeliği için bir Yoga okulundan on derslik bir paket satın alarak şifalanma yolculuğuma başlıyorum. Yoga Barn adındaki bu okul, neredeyse on dönümlük bir arazi üzerinde, Panduk Ağaçları, Muz ağaçları ve eşsiz çiçekler arasında bir şifa Merkezi. Dünyanın hemen hemen her ülkesinden iyileşme kanalına elçilik eden birçok eğitmenin event’ler verdiği muhteşem bir buluşma alanı. Vegan yemekleri ve meyve bowlları ile aradığınız her şey burada elinizin altında. Yoga Sekansları farklı başlıklar altında açılıyor; fıre, water, earth gibi element serilerinden ve akışlarından oluşan 90 dakikalık dersleri kapsıyor. Düzenli yoga seanslarıma her sabah 8:00 da başlıyorum. Her ders bitiminde zengin papaya, ejder meyvesi ve gronala karışımları ile leziz bir kahvaltı yapıyorum, sonra sırt çantamı alıp yollara koyuluyorum, adım adım her köşeyi içime çekerek dolaşıyorum.
Lotusları seyretmek ve tapınaklar arasında dolaşarak adanın ezoterik motiflerini hissetmek derin bir huzur veriyor ruhuma.
Tri Hita Karana bu adanın en güçlü yaşam felsefesi; Önce doğayla uyum, sonra ruhunla uyum ve insanlıkla uyum bilgeliğine uyanmak. Adanın genel nüfusu Budist gelenekleri ile donanmış ve Müslüman kültürünün de bazı bölgelerde baskınlığını görebiliyorsunuz. Tapınaklar her yerde, yol kenarlarında, pirinç tarlalarında, dar sokaklarda. Tapınakların içinde aileler yaşıyor ve onların geleneklerinde 11 hane yaşayabiliyor,12. Aile kendi alanını oluşturmak zorunda yani on bir aileyi geçmeme kuralını uyguluyorlar. İnsanlar güler yüzlü, içten ve samimi. Herkes birbirine yardımcı oluyor, hangi dilden hangi dinden olursa olsun, yardımlaşma buranın en güzel geleneği. Ubud da ki ilk haftam adanın iklimine, atmosferine uyumlanmakla geçiyor. Balines mutfağının yemeklerinden tadıyorum çok alışık olmadığımız yemeklerdeki Palm ve kokonat yağı bedenime detoksifike bir etki yaratıyor. Bol bol papaya, ejder meyvesi ve taşımakta güçlük çektiğim ama tadı enfes coconat sularından içiyorum.
Local ada yerlileri ile tanışmak, onların geleneksel bilgilerinden faydalanmak için tüm gün sabahtan akşam gün batımına kadar devam eden bir Coconat yağı çıkartma atölyesine katılıyorum. Sabah yogasının ardından odama gelip ılık bir duş alıyorum, dişlerimi coconat yağı ile yıkarken, bedenime bitkisel tozlarla kuru bir fırçalama yapıyorum. Kuru bitkisel fırçalama,bedeninizde ki kan dolaşımını arttırırken, kaslarınıza ve fasya ya esneklik bir direnç kazandırıyor.
Derken Vayan geliyor beni almaya, motoru ile Ubud’un kuzeyine doğru bir yolculuğa revan oluyoruz. Adanın her yerinde motosikletlerle gitmek buranın en büyük ulaşım alışkanlığı zira her yerde ki tapınaklar yolların dar ve trafik yoğunluğunun olmasına neden oluyor. Aslında motora binmekten oldum olası korkmuşumdur ama sevgili Vayan öylesine güven veriyor ki yolun yarısında bu korkuyu eşsiz pirinç tarlarının güzelliklerine seyretmeye bırakıyorum.
Yaklaşık otuz dakika süren yolculuğumuz boyunca sadece adanın eşsiz doğal güzelliklerini izlemeye adıyorum kendimi.
Nihayet varıyoruz, dar bir yoldan ormanın içine giriyoruz, kıvrımlı Panduk ağaçlarının ve çiçeklerin içinden geçerken kuşların neşeli cıvıltılı halleri hoşuma gidiyor. Farklı bir coğrafyada olmamın tadını çıkarıyorum. Yürüyerek devam etmemiz gerektiğini söylüyor sevgili Vayan. Toprağa adeta çakılmış ahşap bambu merdivenlerle evlerinin yolunu tutuyoruz. Kapıda kalabalık bir aile karşılıyor beni, sıcacık samimi ve sevgi dolu bir karşılama ile genişçe, bambulardan örülmüş bir açık mutfağa giriyoruz. Grandamama Sri Vayana ile tanışıyorum, onun 78 yaşında olduğunu söylüyor Vayan ancak henüz altmışlı yaşlarında gösteriyor. O gerçeğin ta kendisi ve başlıyoruz baby coconatları temizlemeye.
Taştan yapılmış minik iki kare ocak görüyorum, mutfağın her yerinde Hindistan cevizi kabuklarından yapılmış kaplarla tanışıyorum. O ateşi körüklerken bir şarkı söylemeye başlıyor. Yerel ve geleneksel bir dua; doğaya, Yaratıcıya ve dengeye sokuluyorum, bir ıcaroya benziyor nameleri. Benim sağ ve sol omuzumdan tütsülüyor nezaketle, arınma da ilk adımlar.
Tanrım bu koku bu seremoni beni ormanın kalbine bağlıyor sanki, minik Panduk yapraklarından yapılmış bu yelpaze ile çiçek kokularını bedenimin her yerine savuruyor. Mutluyum, huzurluyum ve içimde sevgi tomurcukları açıyor, yeniden, yeniden…
O gün güneş batımına kadar geleneksel yağ çıkartma yöntemlerini öğreniyorum her adım da daha da onlardan hissediyorum kendimi. Çıkarttığımız yağları özenle şişelemeye başlıyoruz, bunlar benim o günkü ödüllerim. Günün kapanışını nasi gorengo adını verdikleri yerel bir yemek ve leziz bir coconat suyuyla şifalandırıyoruz. Sevgi ile kucaklaşıp vedalaşırken Vayan tekrar beni motorunun arkasına alıp Otelime götürüyor.
Şimdi ertesi gün katılacağım Afrikalı bir kadın olan Chocolako’nun Cacao seremonisini düşünüyorum. Geleneksel Afrika dans ritimleri ile birleştirilmiş Cacao seremonisine gitmek için oldukça heyecanlıyım. Yoga Barn da onlarla buluşmak üzere derin ve keyifli bir uykuya yatıyorum.
Adada kaldığım sürede erkenden saat on gibi yatıp sabahın ilk ışıkları ile uyanıyorum. Ubud’da en geç saat on bir olduğunda sokaklar tenhalaşıyor, kafeler, restoranlar erkenden kapanıyor. Herkes bir sonra ki güne erkenden başlamak için erkenden uyuyor bu bölgede. Ubud arınmak ve şifalanmak isteyen her kültüre, her kişiye özel bir bölge. Alkol ve sigara kullanımı hemen hemen hiç yok gibi.
Tam üç hafta süren Bali adası yolculuğumun her detayında, her köşesinde ayrı bir güzellik ayrı bir denge buluyorum. Tanrı’lar adasının bu eşsiz doğal güzelliği karşısında her gün şu cümleyi geçiyorum zihnimden;
‘Tanrım acaba ben öldüm ve cennete mi geldim?’
Bir sonraki yazımda buraya sığdıramadıklarımı paylaşmak dileğimle, Bali Adasından sevgiler…
Bali’de şifanın yolculuğuna tanık olduk. Kalemine Sağlık Dağların Kızı…