Severim ben bu ‘yeni’ sözünü.
Onunla pembemsi şeftali ve beyaz elma çiçekleri arasında uçuşan rüzgâr olurum.
Onu kullandığımda akan bir derede olduğumu yaşatır ilksel bilgi.
Aslında o bir ateştir. Fakat toprağın mucizesi ile selim bir Havva’ya dönüşmüştür.
Evet, aşığım ben bazı sözlere. Her lisanda fark ederim benim olan tınları.
İnsan bedeninde birleşmeye antlaştığım her elementle söyleyeceğimiz
Tüm şiirler ve şarkılar üzerine uzun uzun çalıştığımız geceleri hatırlarım her tında.
BU –BEN’im, derim her hatırladığımda andımızı.
Ben BUYUM.
Ateşi karşıma alırsam Ben Sen’e oluruz onunla. Hayır, Ben – Sen’im, demeliyim O’na.
Aslında bunları sözlere ayrıştırıp
Sonra bir cümlenin ve ya fikrin içinde birleştirmem bile
Bir nokta virgül ilmi gibi geliyor artık.
Oysa bir zamanlar bunu sadece bilir ve sadece uygulardım.
Fakat TOHUM için bu lazımdır. Bunu Âdem de bilir ve Havva da.
Aslında bir kâğıttır elimizdeki toprak. Onu Su ile yumuşatır,
En nazik ehli sevda ve en yüksek niyetlerle havalandırır ve sonra
En temiz ateş olan Kalemle gelecekten Mektuplar yazarız Bana.
Ki Ana, beyaz ak sütünü hazırlamak için, çok hassas bir tartısının olması gerektiğini anlamış biridir, Ben ki, O’na münasip kavram, bunun için bu kadar acele etmişim defalarca aşkla ölüp aşkla dirilmeye.
Nerede beni ezmeye çalışan tın görsem ve ya duysam, ‘haaa seninle beni güçlendirmen için anlaşmıştım, hatırlattığın için teşekkür ederim!’ demeyi hatırladım.
Anayurdumu aramaya yola çıkmış bir Tohum,
Bulduğumda bir Havva’nın öz’ünde olduğumu hatırladım,
Gelmiş geçmiş tüm Yirmileri tamamlamam için Kırklara doğru bir Hat’tı da buldum.
- Yaşanmış tüm mecralara rağmen yine gerçek sevda aradım.
Bir çukurda Yusuf uçar, onu duyan Yunus hem iç çeker hem gülümser.
Demezdiniz ona deli, kendi çarık, kendi Mevla kendi güzel.
Ve seksen sekiz bin sözü tamamladığımda hepsi rahatlar,
Şimdi bir Maharaj demlenmiş çayını içer yanında hanımı.
‘Aha! Şimdi! Vesselam! …’ diye ahkâm okur tüm mübarekler.
- İşte burası bu seferki Mekân, diyoruz, yanaşıyoruz ve demir atıyoruz zaman haritasını elimizde tutanlar. Her kes bir üste, bir sola bir sağa sen Pluto ben Çağla diye bağırıp çağırırken, beni tam merkezimize alır, uçuş moduna geçirir ve …. ‘cuk’ diye en ‘alttaki’ bir başka boyuta!
Bu öyle bir boyut ki, en üst diyemediğimiz için şartnamede öyle okursun adını. Bir de beni boyut sözüne de şartlandırma. Kentin kapısında da yazar: Her Şey İç İçedir, Aynı Anda Dışbükey.
Ve beni su, ateş, toprak ve havaya da ayrıştırma. Onlar giysilerimizdir bizim.
- Kent Konseyi sana bir Bahçe verir.
Ve sonsuzluğa Anahtar.
Şu Kırmızı dut bu da karadut,
Ve ben Beyazım
Sen burada hür beyaz.
Yüz altmış iki bin sözde AYAĞA KALK!
Ve Biz Kalemiz burada
Konu her zaman HAYAT…
Elektronidler, astrokedilr, protonidler ve humanoİdler sıra sıra dağlardan sesleşir, sesleştikçe bollaşır, sen hoş dinle hoş gülümse, mevzu ne soruda ne cevapta, sen sorusun sen cevap, haşır neşir bol şeker, bol çayırlı vadilere gülümse.
İçindeki AŞCI çocuk her çayı demler, ona ne kul lazım ne paşa.
Dostum Ben, dostum Sen,
Kentin adı İNSAN HAZRET – bir kuralı Mahremiyetse, kural iki Samimiyet.
Ateş Çemberi serisinden