Hayatımızı şekillendiren iki duygu vardır, biri sevgi diğeri ise korku ama onu şekillendirmekten öte şekle sokan duygu, korkudur. Yaşantımıza yön veren, adım atmamızı engelleyen, kaçmamızı sağlayan, kendimizi sınamamıza neden olan, en baskın ve gerçek duygudur, korku…
Korku çocukluğumdan beri yaşamımda var olan temel duygulardan biridir. Aile içinde, dışında, okulda, sokakta, sevgiden daha çok muhatap olduğum en bariz ve belirgin duygu idi korku. Kaybetme korkusu, evin yolunu bulamama korkusu, bilyeleri üttürme korkusu, para kazanamama korkusu, ebeveynlerin ölme korkusu uzar gider liste… Korkular kendi içinde türlere ayrılmıyordu sadece korku olarak sarıp duruyordu etrafımı. Korkunun yaşadığı coğrafya bütün bedenim olunca, etkileri de her organda ayrı bir seyir halinde idi. Çocuk olan Murat’ın korkuları da yaşadığı şeyler de ilginç idi.
Korkuların esareti ya da esaretin yarattığı korkular ile büyümeye başlayınca hangisi tiyatro hangisi sinema hangisi gerçek karıştırır oldum. Çünkü yaşadıkça, deneyimledikçe, öğrendikçe ve büyüdükçe korkular sadece korku olarak orada duruyordu. Eve döneceğimi biliyordum, ebeveynlerin ölmeyeceğini biliyordum, para kazanacağımı biliyordum. Bilme hali ile korku arada kesişse de günün sonunda kazanan her zaman ben oluyordum. Çünkü ölmeden büyüyordum… Benim için her korkunun sonu, ölüm olduğu için ondan önceki her deneyim, sadece aşılması gereken içsel cesaretsizlikler örneği olup duruyordu.
Duyguları tanıyana kadar olan süreçte sürekli insanları ve onların korkularını izleyip duruyordum. Bir kurt köpeğinin saldırısına uğrayınca, bütün bedenimin boşaldığını hissettim. O anda kocaman bir karanlığın ortasında sadece ben ve o köpeğin kaldığı milyarlarca anın tekrarı içinde korkunun imparatorluğunda eriyip gidiyordum. Sonra o an bitti ve ben köpeklere karşı korkak değil ama ürkek bir çocuk olarak yoluma devam ettim. Korkumla yüzleşmenin bendeki yansıması genelde diğer insanlar olmuştur her zaman. Bir köpeği seven, ona dokunan, onunla oynayan biri varsa ben de yapabilirim misyonu ile korkularla yarenlik yaparak atlıyordum yaş basamaklarını…
Duygularla kavramsal olarak tanışmama vesile olan eğitimler sonrasında korku kavramı benim için daha eğlenceli hale geldi. Temel korkular, öğrenilmiş korkular, öğretilmiş korkular, bilinçaltına işlemiş korkular ve daha niceleri… Bunlar yolculuğun içinde keşfettiklerim idi. İnsan ile muhabbette olunca korkuların tanımları da değişmeye başladı bende. Daha önce tek bir duygu olan korku yine çetrefilleşmeye, çoğalmaya ve dallanıp budaklanmaya başladı içimde.
Korkularla ilgili en önemli tespitim, o korkunun yaşandığı AN’dan öncesinde o korkuya dair bir kayıt olmaması ve korkunun öğrenildiği üzerine idi. Korku; deneyimle öğrenilen ve öğrenildikçe içselleştirilen ve içselleştirildikçe fobi haline dönen bir duyguydu üstelik. Fakat o deneyimden önce yani o korkuyu yaşayan versiyonumuzdan (olay anındaki biz) önce öyle bir korkumuz yoktu. Neyse bu ayrı bir konu, bizim konumuz korkunun bir duygu olarak tanımı…
Korku da sevgi gibi bedensel ve zihinsel boyutta farklı şekilde cereyan ediyor. Bazı bilgilerin tekrarı gibi gelse de korkuların da merkezi odak noktaları var varlığımızda. Önce, maddi dünya ile yaşadığımız korkular var. Aileyi geçindirme, para kazanma, ayakta durabilme, hayatta kalabilme, ölüm, borçlanma, parasız kalma, evsiz kalma gibi korkular, daha çok dünyaya ait olan varlığımızın yani toprak bağlantılı olan köklerimizin korkuları arasında yer alıyor. Bu korkular da bedende iskelet yapımızı tetikleyen ağrılar ve kırılımlar ortaya çıkartıyor. Aynı zamanda korkunun şiddeti ile bağlantılı olarak, kabızlık, hemoroit ve şişmanlık da buradaki korkularımızın fiziksel bedendeki yansımaları arasında yer alır. Aşırı derecede adrenalin salgılatan spor yapanların içsel olarak yaşadığı ölüm korkusuyla savaşma ve onu yenme çabasının arkasında cesaret değil korku yatar.
Bir sonraki korku kaynağımız su kaynaklı olan ikinci çakrayla bağlantılı korkularımız olmakta. Burada temel olan korku değişimler ve yenilikler. Suyun, katı, sıvı, buhar haline dönüşmesindeki bilgelik ve akıcılığa direnç içsel olarak büyük korkular yaratır. Bugün çoğu insan değişimden korktuğu için yaşamındaki sert darbeleri almaya inatla devam ediyor. Cinsel olarak yetersiz kalma, birlikte uyum içinde hareket edememe korkusu da bu alan ile ilgilidir ve günün sonunda, erken boşalma, özgüven eksikliği, iktidarsızlık ve ağrılı regl halleri yaşanır. Korkunun bedenimizdeki fonksiyonel dönüşümü korkunun türleri ile bağlantılı olarak organlarımızı etkilemekte. Yanlış yapma korkusunun tetiklediği içsel suçluluk duygusu günün sonunda, eril/dişil gücümüzün merkezinde tahribatlar yaratıp, en ağır cezayı bize vermekte.
Ve geldik kontrolü kaybetme korkusuna… Evet en büyük korkulardan biri de süreci yönetememe, kontrolü kaybetme, eleştiriye maruz kalma, aşağılanma, onaylanmama korkularıdır. Burası ateştir ve içimizi yakan korkuları besler. Bir önce değişime duyulan korku burada dönüşüme duyulan korkuya dönüşüyor. Değişim çevresel, dönüşüm ise tamamen bizimle ilgili bir haldir ve dönüşümün korkusu mide, karaciğer, sindirim sistemi bozukluğu, pankreas ve böbrekleri etkiler. Süreci yönetmek ve kontrol etmek aynı anda bizi panik bir ruh haline sokuyor, bunun yansıması da genelde anorexia ve bulimia beslenme bozukluklarına neden oluyor. Korku bu ya onu tetikleyen şeyler aile içerisinde, çevremizde, arkadaşlarımız arasında, şirketimizde yani dünyamızı şekillendiren her bireyden bize yansıyıp duruyor.
Sevilmeme ve kabul görmeme korkusu da var literatürümüzde. Burada, kendimizi akışa bırakmaktan korkma, dışlanma korkusu, ayrı olma düşüncesinin yarattığı korku, kendimize acımak yüzünden benliğimizde ördüğümüz duvarların arkasında tuttuğumuz yalnızlık korkusu. Bunların hepsi kalbimizi acıtan korkular. Yani bu korkularımızın merkezi kalbimiz ve haliyle damarlar, göğüs boşluğumuz, akciğerlerimiz, ellerimiz ve derimiz. Yeni fikirlere açık olma ve kayıplarla başa çıkamama korkumuz da kalbimiz ile ilgili. Bu korkuyu tanımlamaya başladığım zamanlarda, insanların yaşadığı travmaların ardındaki o sevilme ve sevme arzusunu görüp, saf sevginin basitliğini anlatmayı seçtim her zaman. Korkunun esaretinin; kolesterol, tansiyon, kalp damar hastalıkları, astım, MS ve akciğer hastalıklarına devşirdiğini görmeleri hiçbir zaman mümkün olmayacak bunu bilmenin kederi ve üzüntüsü de sık sık sarmalayıp durur zihnimi.
Korkunun boğazımıza düğümlendiği, gırtlağımıza yumruk gibi dizildiği bir başka derin korku da anlaşılmamak korkusu. Tiroit, sindirim sistemi bozuklukları, nefes ve boğaz ile ilgili rahatsızlıklarımız da ifadeyle ilgili yaşadığımız korkularımızın sonucu. Burada korku farklı boyutlarda ve yaşlarda kendisini gösteriyor. Okulda derslerde parmak kaldırıp bildiğimiz sorulara yanıt verememenin yarattığı korku. Çalışma hayatına atıldığımızda topluluk önüne çıkma ve konuşma korkusu. Birinden hoşlanıyor ya da seviyorsak ona açılmanın yarattığı korku. Yani özetle, anlatma, anlaşılma, anlaşılmama, doğru anlaşılma ve kabul görmeyle ilgili yaşadığımız korku burada kendisini gösteriyor.
Gelelim bir sonraki korkumuza. Burası da belirsizliklerin yarattığı korkuyla besleniyor. An sonrasında ne olacağının yaratacağı korku, depresyon, stres, sinir ve unutkanlığı da besliyor. Stresin arka planında yatan temel duygu, belirsizliğin yaratacağı kaostan dolayı ortaya çıkan korkudur. Zihin korkuları besleyen bir sisteme sahiptir ve sürekli kurgulayarak korkuyu besler. Evde tek başına bir korku filmi izlediğinizi düşünün. Filmi izlerken aşırı derecede korkuyorsunuz. Sonra film bitiyor ve siz evde tek başınıza o korku filmindeki karakterler ile baş başa kalıyorsunuz. Diğer odaya geçemiyor, mutfağa ve tuvalete gidemiyor, tüm lambaları yaksanız dahi her an bir yerden filmdeki o kötü karakter üzerinize atlayacakmış gibi oluyor. İşte bu korku tam olarak altıncı çakranızla ilgili yani sezgilerinizle ve sezgilerinizin yarattığı korkunun esiri oluyorsunuz. Gerçekte var olmayan ve gerçekleştiğinde de sizi o kadar ürkütmeyecek olan korkuların kendileriyle yüzleştiğinizde kendinize genellikle gülersiniz. Fakat bunun bir üst limiti de kabuslar, şiddetli baş ağrıları, konsantrasyon eksikliği, gaipten sesler ve görüntüler duyma olarak büyür durur.
Korkuların içerisine hayata dair bir sürü korku ekleyebilirsiniz, hayvan korkuları, suda boğulma korkusu, yağmurda ıslanma korkusu, kötü haber alma korkusu, korkmaktan korkma korkusu, karşıdan karşıya geçme korkusu, yüzme korkusu ve paraya dokunma korkusu… Korkular uzar gider. Bu korkuların hepsi az önce saydığım türlerin içinde kendisine yer edinen korkular oluyor. Türleri ve formları değişse de korku bizim içgüdüsel olarak yaşadığımız bir bilinç halidir. Dünyada nüfus artışlarının hızla yükseldiği dönemlere baktığımda orada savaşların yoğun olduğunu gördüm. Hayatta kalma korkusu daha çok çocuğun doğmasına neden olmuş. Savaşın ortasında yaşamı sürdürme ve soyu devam ettirme korkusu, ölümlerin orta yerinde dünya nüfusunu sekiz kat arttırmış durumda. Göç zamanlarında aşk değil, korkunun dayattığı hayvani dürtüler yani ID ile nüfus artmış ve korkunun hükümranlığı kendisine yine yer edinmiştir.
Korku, dünyada savaşılacak değil, farkına varılacak ve özgürleşecek bir duygudur. Hangi hastalık hangi duygu ile kesişiyor ve bedenimizin neresinde kendisini açığa çıkarıyor öğrenirsek, iyileşme sürecimizde o kadar hızlı olacaktır. Hatırlayın, korkuyu yaşayan versiyonunuz (sizin o anınız) bugünkü siz değilsiniz ve o olaydan önce de böyle bir korkuya sahip değildiniz. Özgürleşip mutlu olacağınız anları çoğaltmanız dileğiyle…