Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Bugün duygulardan; Heyecan

İnsan bir duygu imparatorluğudur. Katman katmandır duyguların yansıması ve her katmanın kendisine uygun bir kıyafeti ve yansıması vardır. Enerji ve şifa sistemleri ile ilk tanıştığım dönemlerde duygu ve duyguların insan üzerindeki etkileri konusunda hiç bilgim yoktu. Bildiğim ve tanımladığım duygu sayısı ikiyi geçmezdi, sevgi ve korku… Sonradan tanımladığım her duygu ise bu iki duygunun alt bileşeni olarak yerleşmişti hayatıma. Fakat insanlar ile sohbetlerimde, kitaplarda, seminerlerde ve aldığım eğitimlerde duygular yatay ve dikey seyirle büyümeye başladı içimde.

İnsanlığa ve inanca dair ilk sınavlarımı verdiğim lise yıllarında öğrendiğim “insanın yaratılışına ait tüm yazı, ayet ve dini bilgiler” insanla bir olmaya başladığımda başka bir boyuta yükseldi. Her inancın yaratılış hikayesini ve mitini birleştirince çamurdan, sudan, havadan, ateşten ve nefisten toplanan bir parçayı gördüm. Reiki ile tanıştığım enerji ve çakra sistemlerinde gördüğüm detaylar insanı başka türlü görmemi sağladı. Buna sonradan eklediğim EFT (Duygusal özgürleşme teknikleri) ve isim analizi ile artık kim ve ne olduğumuz konusunda içsel olarak netleşmeye başladım.

Duyguları tanımlamadan önce duygu yatağını ören anne, baba, aile, toplum, inanç, eğitim ve öğretim sistemini de dahil etmek farz olur benim için. Fakat öncesinde insanı tanımlamak isterim. Öyle ya duygu eşittir insan ve insan eşittir, var oluş… Var oluşun başlangıcı ve kök çakranın karşılığı topraktır, yaratılışın ana hammaddesi. Orada ölüme, yaşama, yaşam sevincine, köklenmeye, özgüvene dayalı duygular yatar. Ne kadar toprak o kadar yaşam bahşeder hayat bize. Sonra ikinci çakra gelir ki o da sudur. Su gibi aziz olmadan önce o suyu toprakla doğru miktarda karmak gerekiyor ki yaratılışın ikinci amacı gerçekleşsin, hamur ortaya çıksın. Su, bedende tamamlanmayı ortaya çıkartır, eksiksen suçluluk duygusunu besler. Fazlaysa doyumsuzluk yaratır ve her şeyin bağımlısı hale getirir seni. Gelelim üçüncü çakraya yani ateşe… Toprak ve su ile birlikte olan birliktelik ateş ile bir şekle bürünmeye başlar. Onu çok ısıtırsan çatlar az ısıtırsan dağılır. İşte insanın en can alıcı noktası da burasıdır. Güzel görünmek, iyi görünmek, onaylanmak, kabul görmek, hayal kırıklıkları, öfke, hırs, mükemmeliyetçilik buraya ait duyguları besler. Burada insan bir vazo haline dönmüştür ve beden ortaya çıkmıştır.

Bedeni bir şekle bürünen insana nefes ve hayat gerekiyor bunun içinde havaya ihtiyaç duyulur. Hava dördüncü çakradadır ve nefesi tarif eder. Nefes insanın varoluşunun en erdemli yansımasıdır. Bu çakrada teslimiyet, sevgi, korku, üzüntü, keder, kıskançlık, sevilmediğin düşüncesi, tatminsizlik, kendine acıma yani sevgi ve sevgisizliğe dair ne varsa burada açığa çıkar. Burası vazoya yani bedene son şeklin verildiği yerdir. Bedenlenen insan artık sergilenmeye hazırdır. Bunun için bilgeliğini yansıtacağı yer olan beşinci çakrayı anlatmak gerek. Beşinci çakra, dört element ile birleşip gelen insana, yaratılışın ikinci eylemi (birincisi düşünce idi) olan sözü açığa çıkartmak için gerekli olan bilgeliğin ve yaratımın şekillendiği yerdir. Söz yaratımdır… İnsan burada, vazoyu alabildiğince güzel boyar ve süsler ki bir sonraki sunuma hazır hale gelsin. Burası tüm duyguların, düşüncelerin, bilgilerin, öğretilerin dile geldiği ve insandan insana yayıldığı cennetten gelen bilgeliktir. Bu arada cennet ve cehennem öğretisini de buraya dahil etmem gerekiyor, ilk üç çakra yapısı ve duyguları itibariyle dünyasaldır yani cehennemi temsil eder bedende. Dünyaya bak, cehennemi yaşayan üç temel şey vardır, toprak (kuraklık, deprem vb), su (sel, taşkın vb.) hava (fırtına, kasırga vb.)… Dördüncü çakra ise insan varlığının dengesi yani arafta olduğu yerdir. Cennet ve cehennem arasındaki duruşunu gösterir. İçinde bolca sevgi ve kabul barındırır. Sevgi ve kabul ne kadar çoksa cehennem o kadar azalır…

Beşinci çakra duygu olarak telaş, düşük/yüksek özsaygı, kendine güven, kin, öfke, alınganlık barındırır içinde. İfade edilmeyen, edilemeyen her söz insanı varlık olarak aşağı çeker. Orada anlatabildiği kadar kendisi olur. Vazo görücüye çıkmıştır artık ve gelen eleştirilere, yapılan sözlü hakaret ve iltifatlara hazır değilse; zihinsel, bedensel ve ruhsal çöküşün başlangıcına sebep olur yani çatlar ve kırılır. Altıncı çakra insanın kendi varlığına verdiği değeri gösterir, kaybetme korkusu buranın en baskın duygusudur. Korkuya bağlı, endişe, histeri, stres, kuşkuculuk, gerginlik, şok, depresyon ve sinir problemleri baş gösterir. Vazoyu düşürüp kırma, kaybetme, doğru ellerde kalmasını sağlama gibi bir çabası vardır burada insanın. Sonra yedinci çakra gelir. Bir önceki çakrada gizlediği ve örselediği duygularıyla o varlık ya aşırı bencil, kibirli ve egolu bir kimliğe bürünür ya da ezik ve yok hükmünde bir varlık haline döner. Vazo dünyanın en pahalısıdır ve herkesin göreceği bir müzede sergilenir ya da değersizdir bir kenara atılır. Acı, ıstırap ve keder burada baş gösterir. Tüm sistemin akışı burada kesilir ya da önü açılır bir yandan varoluşun en üst basamağıdır diğer yandan cehennemin yedi kat altıdır. O vazoyu nasıl inşa ettiysen ona göre şekillenen bir yerdir yedinci çakra. Egonun, kibrin ve hırsın insanın kendisini tanrı zannetmesine ve cinayetler işlemesine, acımasızlığı büyütmesine sebep olur bu çakra. Naiflik, erdem, onur ve teslimiyet bu çakranın en insancıl ve ilahi olan yansımaları da burada bulunur. Zıtlıklar ve tezatlıklar bir arada tüm varoluşu anlamlandırır ve ona anlam katar.

Duygular katman katman ve insanda bu katmanlar arasında sürekli geçişler yaparak an be an öğrenen bir varlık. Kelimemiz “heyecan” idi. Şimdi bu katmanlar arasında dolaşarak heyecana başka bir gözle bakalım…

İlk heyecanı nerede yaşar bilemiyorum fakat kendisini mutlu edeceğine inandığı yerlerde coşkun bir hal alini alır içerisi. Aynı hali korkunun yarattığı heyecan içinde tanımlayabiliriz. İnsanlar yaptıkları işin açığa çıkartacağı sonuçlara göre heyecanlanırlar her birinin duygusu ve yansıması farklıdır. İnsan bir bütündür evet ama o bütün her duyguda bir şey salgılar. Salgıladığı şeylerde aynı olabilir fakat onların da oranları önemli bir detaydır. Yoğurda az su katarsan katılığı gider, yeterli miktarda su katarsan ayran olur, çok su katarsan tadı ne yoğurda ne de ayrana benzer peynir altı suyu gibi gelir dimağa.

İnsan nerede heyecanlanır? Aslında nerede heyecanlanmaz doğru tabir olur. Sınavlar çocukluğunu ve gençliğinin en badireli halleridir. Çok çalışsa da az çalışsa da “heyecan” yapar. Hiç çalışmayıp umarsız olanın bile günün sonunda karnesini gösterme heyecanı (içinde korku barındıran) vardır. Sınavda, elleri terleyeni, susayanı, ağlayanı, sürekli idrarı geleni, karnına ağrı çökeni bile olur. Çok heyecanlı olduğu için en iyi bildiği şeyleri unutup yanlış yapanından, heyecandan test ve soru kaydıranına kadar farklı sonuçları olan bir yansıması olur, heyecanın…

Sınavlardan sonra sevgili ile buluşmalar başlar. İlk karşılaşmalar, ilk dokunmalar, ilk sarılmalar… Bunun heyecanı ise diğer tüm heyecanlardan daha farklıdır. Bedenin tüm hücreleri neşeli ve cıvıl cıvıl heyecanlanır, insan kendi bedenini koyacak yer bulamaz bu fırtınanın ortasında. Bedeni varlığını terk edip sadece düşünce heyecan kalıyor geriye demek az bile kalır bu tanımsız heyecan durumuna.

İşe başvuru heyecanı, ilk iş günü heyecanı, evlilik heyecanı, ebeveyn olma heyecanı, tuttuğu takımın kazanacağının yaratacağı heyecan ve daha niceleri ile yaşıyor insan. İlk sevişmesinde yaşadığı heyecan, kadınlığa ya da ilk adım atmanın yarattığı korkunun heyecan üzerine yayılması ile yaşanan tedirginliğin naifliği.

Kalabalığa konuşma yaparken açığa çıkan heyecana ne demeli. Ses titremesi, kelimeleri yutmak, yazıyı okuyamamak. Sanki ilkokulda dersine çalışmamış utangaç bir çocuğu derste sözlüye kaldırmışsın da ne yapacağını bilmez halde olduğu yerde sallanıp içine hıçkırarak ağlamak gibi bir halde olmak üstelik kocaman ama kocaman bir insan iken…

Sevdiğin biri ameliyat olurken alacağın haberin heyecanı ve o heyecanın içine sinen korku partikülleri ile bitmek bilmeyen zamanın içinde debelenen ruhuna sakin ol her şey yolunda diyen altıncı çakranın o bilen yanlarını görmezden gelip, kök çakranın ölümle eşleşen gitme hallerini büyütmek de başka bir hezeyanı değil midir insanın? Yaşam asla ve asla basit ve yüzeysel değil. Yaşamak ise basit ve yüzeysel yaşanıyor ne yazık ki… Tekliğe indirgenmeye çalışılan ve inançlar karşısında yok edilen insanın tüm duygu, korku ve sevinçleri günün sonunda bedensel hastalık, zihinsel problem ve ruhsal sancılar olarak gelip yerleşiyor içimize. İnançlar, fikirler, düşünceler sizin duygularınızı yok saymanızı ve onlar için ölmenizi istiyor. Heyecanınızı kendi art niyetlerine kurban edip sadece onların fikirleri ile bezenip dünyanın her yerine onları taşımanızı istiyor. Sizin buradaki heyecanınızı kendi amaçlarına adayarak birey olduğunuzu size göstermekle de yedinci çakradaki evrensel birliğe ulaşma çabanızı sömürüyorlar.

Heyecan, insanın yaşadığı ve kendi içinde en basit duygulardan biri olarak tanımlanmasına rağmen katmanlara yayılan ve benliğine dağılan her bir hali ile aslında kocaman bir duygu seli… Yaşadığın her anı fark edeceğin, benliğini onurlandıracağın, ait olmadan sadece kendin olarak coşku içinde yaşayacağın bir hayatın güzelliğinde heyecanlanarak büyümen dileğiyle…

 

Exit mobile version