Derviş kimdir? Güzel bir soru. O zaman cevaplayalım. Derviş; yıllar boyu her çeşit ilmi öğrenmiş, meslek ve sanat sahibi, güçlü bir ahlak ve iman ile olgunluğa erişmiş, dış görünüşü sade, alçak gönüllü, aza kanaat eden, paraya ve mala, mülke tamah etmeyen, maneviyatı zengin, herkese iyilik ve yardım eden, her şeyi hoşgörü ile karşılayan, faziletli, cefakâr, fedakâr bir kimsedir.
Derviş; tasavvufi anlamda gönlünü gerçeğe (hakikat) yöneltmiş, nefsini terbiye etme yoluna girmiş kişidir. Mürşidinin tasarrufu altında Allah’a zikir (bir ibadet şekli) eder. Nefsinde mevcut kötülüklerden arınarak önce insan olabilme, sonra Allah’a yakın olabilme gayretiyle yaşar.
Mürşit; yol gösterici, doğru yolu gösteren, kılavuz, müritlerine hayatın sırrını, hikmetini, gizemini anlatıp öğreten kişidir. Mürit ise, bir mürşite bağlanıp ondan hayatın sırrını, gizemin yollarını öğrenen, onun öğretisini yaymaya çalışan kimsedir. Bununla beraber kabul etmeliyiz ki Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi “En hakiki mürşit ilimdir” bilesiniz…
Dervişlik makamı; yüzünü maddi âlemin ötesine çeviren benliğin makamıdır. Bu makamda benlik (ego), maddiyatla olan ilişkisini en aza indirir. Derviş olmak hem bir makam hem bir yaşam biçimidir.
Tasavvufa (Tanrı’nın varlığını, birliğini, niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliğiyle, yaratılanla yaratanın bir oluşu, aynı kaynaktan gelişi anlayışıyla açıklayan dinsel ve felsefi akım) gelince… Mutasavvıf ehli (tasavvuf inancına sahip kişiler) en büyük derviş olarak peygamberimiz Muhammed’i kabul eder.
Binlerce yıldır medeniyetlere ev sahipliği yapmış kadim bir coğrafya olan Anadolu… Yüzlerce devlet kurulmuş, sonra tarihten silinmiş birer birer… Anadolu’da, Türklerin ve İslamiyet’in varlığıyla birlikte dervişlik (Abdallık) kültürü de kendisini göstermiştir. İslam medeniyetinin Anadolu modeli dervişliktir.
Anadolu’da Dervişler; ozanlık, yazarlık, bilgelik ve filozofluğu bir arada barındıran özel insanlardır. İslamiyetin özünü, derinlemesine dergâh öğretilerinde işlemişler, anlamaya ve insanlara anlatmaya çalışarak hayatlarını geçirmişlerdir.
Dervişleri, Abdallık olarak değerlendirdiğimizde, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamileşmesi yönünde önemli katkıları olan Alevi – Bektaşi inancından filozof, alim, ozan olmuş insanları görürüz. Buradan hareketle derin bir İslam felsefesi ortaya çıkmış ve bu zengin kültür bize miras kalmıştır.
Anadolu dervişlerinden birkaç örnek verelim;
“Bir olalım, iri olalım, diri olalım.” Diyen Hacı Bektaş-i Veli…
“Ana rahminden geldik pazara, Bir kefen aldık, döndük mezara” diyen Yunus Emre…
“Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma” diyen Şeyh Edebali…
‘’Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.” diyen Mevlana Celaleddin-i Rumi…
Ve niceleri…
Bir diğer önemli soru da şudur; Erkân-ı Dervişan nedir ve kimlerden oluşur. Erkân; sözlük anlamı olarak bir topluluğun önde gelenleri, söz sahipleri, büyükler, üstler demektir. Dervişan ise dervişler anlamına gelmektedir. Erkân-ı Dervişan; en üst seviyede yer alan dervişlerin oluşturduğu bir topluluktur. Bizim dervişte işte bu ocağa tabidir.
Bizim derviş; daha ziyade kendi halinde, çoğu vakit mülayim birisidir. Her konuda fikir yürütmeyi çok sever. Herkesin yaptığına ettiğine fırsat buldukça karışır. Haksızlıklara hukuksuzluklara sürekli karşı gelmekten dolayı başı beladan kurtulmaz. Yalan, dolan, talan icraatlarında “yok” hükmündedir.
Aşktan yana ise şanssızdır. Genel olarak karşılık bulamaz. Son zamanlarda platonik bir havaya bürünmüştür artık. Ruh gibi gezer, ancak gerektiğinde panter olur saldırır.
Eee tabii ki azıcık kırıktır. Sanki modern dünyada Miguel de Cervantes’in Don Kişot’u… (Don Quijote) Bir Sancho Panza’sı eksik. Umarım yakında onu da bulur. Don Kişot gibi sürekli yollarda geçirir ömrünü bizim derviş. İyiliği, doğruluğu ve güzelliği bulmak için her şey mubahtır onun için. Hayalini gerçekleştirmek için dolaşır durur yalan dünya da. Ne diyelim. Gün ola harman ola…
Tabii ki bizim dervişinde bağlandığı bir mürşidi var. Mürşit yol gösterici ya. Bu kişinin aslında adamakıllı düzgün bir insan olması gerekir. Ancak bizim mürşit hakkında azda olsa kuşkularım var. Allah kusurlarını affeder inşallah…
Erkân-ı Dervişan Serisi
Derviş: 1… Kayıp
Aşkını bir sokak lambasının soluk benzinde kaybetti,
Bin yıllık ışık parçasının dağıldığı köhne yerde derviş.
Sönmüş yıldız yalnızlığında yitirdi umudunu ve aklını,
Ayak önü engelde beliren izde seyretti yok oluşunu.
Hayatın iniş çıkışlarında tökezleyip usulca mırıldandı;
‘‘Uzaklaşma benden aşkım, beni de götür gittiğin yere.
Biliyorum artık ne çare, Bulamadın ben de aradıklarını,
Çözemedin düğümlerimi, yılgın kor ateşlerde ellerinle.
Sen de cesaret edemedin, görmeye göremediklerimi,
Duymaya duyamadıklarımı, kırmaya kıramadıklarımı.
Bağlanmış basiretim, acıdır ötelerden duyulur sesim,
Ne güçlü kalın halkalarla bağlanmış paslı zincirlerim.’’
Önce kare bulmacada kelime arar gibi dolandı durdu
Sonra derin bir nefes alarak ‘’Hu dost’’ diye söylendi,
Satranç tahtasında piyon hafifliğinde hissetti kendini
Aşkını; ayak izinin esrarlı görünmezliğinde arıyor halâ.
Derviş: 2… Aşınmaz Yürümekle Yollar
Aynı sokak lambasının ışığında derviş o keskin ayazda,
Eski solgun giysisiyle titreyerek duruyordu tek başına.
Bedeninde sarındığı beyaz bir çarşaf ama ruhu çıplak,
Ya da ruhu beyaz çarşafta yer alır ama bedeni çıplak.
Neylesin garip derviş, çözemedi bir türlü şu dünyanın,
Hikmetinin sırrını kafasında oluşan hafiften bir çatlak.
Ayakları dolandı kara çarşaflara, çamurda yuvarlandı,
Kalın duvarlar vardı, o soluk lambanın biraz ötesinde.
Sinmedi içine gökyüzüne doğru süzülüp uçmaya kalktı,
Kanat taktı yücelerden, zıpladı durdu havaya olmadı.
Su üstünde yürümeyi denedi ama hemencecik battı,
Kalın duvarlara vurdu ha vurdu, tekmelerle yıkılmadı.
Tırnaklarını bedenine geçirirken hayıflandı derinden;
‘‘Olmuyor, çıkamıyorum beynimdeki dört duvardan.
Narin mum ışığında parıldayıp süzülen ince kuğu sen,
Şefkatli kollarında parçalara ayrılmış duran yine ben.
Kırılmıyor içimden yol olup uzayan giden zincirlerim,
Yüreğimi çiziyor panter tırnakların vazgeçemediğim.
Ruhum parçalanır kan süzülürken parmak arasından,
Dil ucunda duran o sözlerimi asla söyleyemediğim.’’
Bağırarak söylendi durdu yankılanan ıssız duvarlara,
Beynine sapladı sıkılaşmış yumruklarını bir hışımla.
Vurdu balyozu son kalan gücüyle, ha gayret derken,
Aman Allah’ım hafif çatlak, duvar yıkıldı ardına kadar.
Ya ardında… ortaya çıkan yine duvar, kalın duvarlar,
Aniden uçuverdi ziyan ufak aklı duvarlardan dervişin.
Gidiş o gidiş, kalakaldı ortada ruhsuz kaçkın bedeni,
Uğurlar ola, boşluğa sattı ruhunu, toplayamadı halâ.