Tasavvufu kimisi İslamiyet’in özü olarak görüyor, kimisi İslam’dan önce de var olduğunu söylüyor. Kimisi ise İslam’dan ayrı, hatta dinden sapma olarak düşünüyor.
Tasavvuf veya Sufilik, İslam’ın iç yüzü veya mistik yanı olarak tarif edilir. Kimilerine göre tasavvuf, şeriattan daha yüksek bir aşamayı ifade eder. Kimilerine göre ise mistisizm, Hindu inançlarından doğmuştur ve İslam ile tamamen farklıdır.
Hiç kuşku yok ki, tasavvuf öncelikle İslamiyet’in temel prensiplerinden ayrı düşünülemez. Zira tasavvuf, Allah’a ulaşma yollarından biridir. Allah’ı bu fani dünyada bulmak, idrak etmek, ona kulluk etmek ve kâmil bir insan olmaktır amaç. Tüm bunlarsa saf ve temiz bir kalbi, halis bir niyeti, kötü huyları terk etmeyi ve başta iyi bir insan olmayı gerektirir.
Pir Mevlâna, “Ben Muhammed Mustafa (s.a.v)’nın mübarek ve nurlu yolunun tozuyum.” diyen bir tasavvuf ehlidir. Kendisi bu sözüyle öğretilerinin ve sözlerinin Kur’an-ı Kerim’e ve sünnete ters düşmediğini, başka bir istikameti olmadığını açıkça beyan etmiştir.
Mutasavvıf Seyyid Abdulkadir Geylani ise “Tasavvuf haldir, söz değildir, söz ile ele geçmez. Tasavvuf Allah’ı anmak, hatırlamak ve Resulullah’ın yoluna yapışmaktır.” diye tarif eder.
Tasavvuf, bir arınma ve takva disiplinidir.
Nefsi terbiye etmeyi ve manevi yönleri geliştirmeyi gerektirir. Her an, tefekkürde olmaktır.
Tasavvuf, salt bir felsefe görüşü veya bir düşünce akımı değildir. Tasavvuf, hakikat ve aşk esası üzerinedir. Mevlâna’ya göre hakikati arayan kişi, bunu ancak kendisinde bulabilir ve hakikati kendisinde görebilir. İnsan, nefsani arzularından arınıp, rahmani yönüne ağırlık vermelidir.
Bir başka tasavvuf ehli Kenan Rifâî’ye göre ise tasavvuf, çokluk halinde önümüze serilen bu âlemi bir bilmek, bir görmek, bir sevmektir. Bir başka sözünde ise “Tasavvuf güzel ahlaktır, güzel ahlak ise edeptir, edep ise Hakk’tan başka bir şey görmemektir.” diye ifade etmiştir.
İslam Tasavvufu’nun anlaşılması ve tanıtılması amacıyla günümüzde önemli çalışmalar yapan Cemalnur Sargut ise “Tasavvuf, İslam’la kemale ermiştir. İslamiyet’ten önceki tasavvufi yorumlar sadece İslam’ı anlamak için fırsat yaratır.” görüşünü savunmaktadır. Cemalnur Sargut bir başka yorumunda ise tasavvufu şöyle tarif eder: “İnsana, hangi mertebede olursa olsun, yokluğunu öğretme sanatıdır.”
Tasavvufta dört kapı olduğu kabul edilir, bu dört mertebe olarak düşünülebilir.
Şeriat Kapısı: Dini şekil ve kuralları belirleyen kapıdır. Bu mertebe, Seyr-i İlallah (Allah’a Yolculuk) olarak adlandırılır. Bu seviyenin ana fikri, “Seninki senin, benimki benim”dir.
Tarikat Kapısı: Tarikat, tasavvufun organize olmuş halidir. Bu seviyeye Seyr-i Billah (Allah İle Birlikte Yürümek) denir. Bu seviyenin ana fikri, “Seninki senin, benimki de senin”dir.
Marifet Kapısı: Marifet, Allah’ı tanımaktır. Bu mertebe, Seyr-i Fillah, Fena-Fillah yani Allah’ta Yolculuk, Allah’ta Kaybolma olarak kabul edilir. Marifet seviyesinin ana fikri, “Ne benimki var, ne seninki.”
Hakikat Kapısı: İnsanın hakikate vasıtasız ulaştığı, kalp gözüyle gördüğü kabul edilir. Bu seviye, Seyr-i Anillah (Allah’tan Yolculuk) olarak isimlendirilir. Hakikat kapısının ana fikri ise “Ne sen varsın, ne ben.”
Bu manevi yolculuğun tastamam olması için mürşid olmak kadar aşk, ihsan ve ihlas da gereklidir. Allah aşkı olmadan her bir şey eksik kalır.
Tasavvufa ilişkin eleştirilerden birisi de, Vahdet-i Vücud kavramı üzerinedir.
Vahdet-i Vücud; varlığın birliği, tek vücut, tek varlık manasında olup, evrenin tek bir varlık olduğunu ve bu tek varlığın da, Allah (c.c) olduğunu ifade eder. Buna göre insan da, Allah’ın bir yansıması, bir parçasıdır. Yani bu yaklaşıma göre “Allah’tan başka varlık yoktur.” İslam’daki kelime-i tevhidin içinde ise “Allah’tan başka ilah yoktur.” şeklinde buyrulur.
İslam Alimi İmam-ı Rabbani’ye göre varlık ikidir. Birincisi gerçek varlık Allah-u Teala’nın varlığı, ikincisi ise mecazi varlıklar olan yaratılmışların varlığıdır. İmam-ı Rabbani, Vahdet-i Şuhud yani görülenin birliği mertebesini bunun üzerinde görür ve “Her şey O değildir, ancak her şey O’ndadır.” yaklaşımını benimser.
İnsanoğlunun gayesi, bu dünyada yaşarken hakikati bulmaktır. Tasavvuf da, bunun yollarından birisidir. Tasavvuf, bu bütünün bir parçasıdır.
Elbette bütünden kopan bir parça, artık o bütüne ait olamaz. Ancak tasavvufun hakikatten koptuğunu söylemek ve hatta daha ileriye giderek, bazı bağnaz çevrelerce tasavvuf ehlini müşrik olarak görmek, çok yanlış ve haksız bir değerlendirme olur.
Ayrıca tasavvufun kurumsal hali olarak sayılabilecek bazı tarikatların amaçları dışında hareket etmeleri, tarikatların birtakım dünyevi ve ticari menfaatlerin aracı haline gelmesi, şeyhlerin elde ettikleri siyasi ve ekonomik güçleri yanlış kullanmaları ve bunlar gibi istismarların olduğu, günümüzde yadsınamaz bir gerçeklik olarak duruyor. Ancak tasavvufu bunlarla bir tutmak, en başta tasavvufun özüne ve gerçek tasavvuf ehline karşı bir saygısızlık olur.
Tasavvuf, insanın iç yolculuğudur. Ne güzel ifade etmiştir Mevlâna; “Kendinden kendine sefer eyle,” diye…
Tasavvuf; sabır, şükür, hamd ve kanaat tedrisatıdır.
Umarım tasavvufu, bir nebze olsun, anlamayı ve anlatmayı başarabilmişizdir.
Gerçek Allah dostlarına ve hakikat yolcularına selam olsun…