Şarkılar hep aynı şeyi söylerdi de, aslında içine hep terk edişler, kalp kırıklıkları ve küskünlükler eklenirdi nedense. Yeşilçam filmleri ile büyümüş çocuklardansanız üstelik, herbirinin bir hikayesi olduğunu bilirdiniz bu şarkıların. Filmlerin sonu zorlamayla da olsa mutlu biterdi ama o mutlu sona ulaşana dek gözyaşları sel olurdu.
Ya kız ya da esas oğlan fakirdi. Ya da başka nedenlerle farklı dünyaların insanlarıydılar. Talihsizlikler peşlerini bırakmazdı; ya verem yada kör olurlardı dertlerinden. Ve ümitsizdi aşkları…
Yaşama sevinci vereceğine ölüme çağırıyordu aşklar. Belki de hiçliği anlatmaktı çaresiz dertlerin gayesi.
Nedense söylenmezdi aşklar. Derman bulmak istenmez, ne kadar şikayet edilse de sevdanın derdi sevincine tercih edilirdi. Acı çekmeyi severdi bir zamanlar insanlar. DEMEK Kİ YANLIŞ ÖĞRETİLMİŞTİ SEVMEK. Ardına korkular ve kalıplar yerleştirilmiş, sevgili hep “vefasız” bellenmişti. Oysa herkes kendi gerçekliğini yaşardı aşklarında da. Yaşam planına uygun hareket eder; tasarladıklarını yaşar ve daha dünyaya gelmeden seçtiği yolda yürürdü insan.
Bu durumda, aslında şikayet etmeye hiç mi hiç hakkı yoktu kimsenin. Aşkı bulamamanın sebebi vefasız sevgililer değil, o vefasız sevgilileri kendine çekme potansiyeliydi. Önce kendini değiştirmeli, dönüştürmeliydi insan. Sevilmeye layık olmadığını düşünen sevmeyi nasıl becerebilirdi ki? Ancak bundan sonra sevdanın gerçek anlamını anlayabilir, kalbin acı ile değil neşe ile dolması gerektiğini anlardı sevince. ASLOLAN AŞK OLMALIYDI, DERT DEĞİL!
Evet, Leyla bir özge candı da, Mecnun neydi peki? Leyla olmadan Mecnun, Mecnun olmadan Leyla’nın ne anlamı olurdu? Mecnun acı çekiyor da Leyla çekmiyor muydu? Leyla mutlu olunca Mecnun da sevinmez miydi? Dengeli olanı bu değil miydi?
Gözlerinin rengini unuttu diye “yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara” demenin ne anlamı vardı? Bu çocukça bir “küstüm, oynamıyorum” demekten farklı değildi. “Sen beni sevmiyorsun artık madem, ben de sana hakkımı helal etmem” denir miydi hiç? SEVMEK KARŞIMIZDAKİYLE DEĞİL BİZZAT KENDİMİZLE İLGİLİ BİR EYLEMDİ; BİZİM SEVEBİLME KAPASİTEMİZ, BİZİM EN YÜCE YETENEĞİMİZDİ. Suçu – ki varsa – karşıdakine atmak ise işin kolayına kaçmaktı.
Böyle çocukça mızıkçılık ederek sıyrılmak için debelendiğimiz şeyin daha da içine batmaz mıydık? “Biz zamanlar sevginle ateşlenen başımı, dizlerinin yerine dayasaydım taşlara” demek yaşanmış güzel anlara saygısızlık etmek olmaz mıydı? Belli ki giden, diğerinin yaşamında alması gerektiği rolü oynamış ve repliği bitince de selam verip sahneden ayrılmıştı. O zaman sadece ALKIŞLAMAK GEREKİRDİ GİDENLERİ. Rol arkadaşlığı ettikleri için… Birlikte güzel bir performans sergiledikleri için… Kalanı ve kendilerini daha sonraki rollere hazırladıkları için…Belki de bundan sonrası “En İyi Kadın Oyuncu” veya “En İyi Erkek Oyuncu” rollerine hazırlamıştı gidenler kalanları ve kalanlar gidenleri. Yıllar heder olmamış, hem gidene hem de kalana çok şey kazandırmıştı.
Sürekli BEN demenin kimseye bir faydası yoktu. Hep BEN denen bir ortamda BİZ olabilmek mümkün müydü? BİZ olmak için bir BEN, bir SEN gerekiyordu. Leyla kendini Tanrıça zannedip Mecnun’u kul etmeye, Mecnun kendini Tanrı görüp Leyla’yı köle yapmaya uğraşmamalıydı.
Herbiri kendi yüreğinin en derin arzularını gerçekleştiren BEN ve SEN olmalıydı önce ve BİZ iken tüm benliğinden sıyrılabilmeliydi iki can. İşte o zaman kimse kimseye “Üzgünüm Leyla!” demez, kimse kimseden af dilemez, SENsiz geçen günleri karanlık olarak nitelemez, her günü daha iyi günlere giden bir basamak olarak görürdü insanoğlu. “Ayrılık ölüm gibi” gelmez, her ayrılıkta bir yaşam dersi bulurdu o zaman. Ayrılıkların da kavuşmalar kadar önemli olduğunu anlardı. BEN olmayı beceremeyenler, ayrılıklar sayesinde ayaklarının üstüne daha güçlü bir şekilde basmayı öğrenir, bir kere BEN olduktan sonra yine BEN olabilmişleri kendine SEN eyleyerek BİZ olma yoluna girebilirdi. Zaten herkesin en büyük arzusu ruhuyla bütünleşebilecek bir SEN ile BİZ olabilmek değil miydi?
Ha unutmadan; bazı şarkıları herkes bilir ve herkes bir ağızdan söyler, dikkat ettiniz mi?
Nağmeler inlememeli demek ki… Belki de yürekten çağrılanlar bir gece ansızın gelebilir!
Ve belki de, herkesin en sevdiği melodi üzerine kendi şarkı sözlerini yazmasının zamanı gelmiştir. Çünkü şarkılar seni söyler…