Güzel bir çocuk muydum? Öyle olmuş olabilirim. Fakat ben kendimi öyle görüyor muydum? Orası muamma işte.
Son zamanlarda çok sayıda insan ile sohbet ederken, ortak noktamız ebeveyn şiddeti ve sevgisizliği oluyor birden. Bugünlerde benim bilinçaltım bir şeyler deşmiyor fakat insanların genel olarak geri dönüşleri bu yönde oluyor… Üç gün önceki bir sohbetimde “Ebeveynlerime karşı bütün öfkemi temizledim!” diyen birine, o öfke ve kırgınlıklardan sadece aklına gelenleri fark edip dönüştürebilirsin demiştim. Öyle hepsi birden dönüşmüyor çünkü.
Neden mi?
Bir insan olarak, çok farklı duygu ve korkulara sahip büyüyoruz. O korku ve duygu katmanlarına sürekli yerleşen travmalar ile yaşıyoruz hayatı. Büyük bir marketin rafları gibi düşünün. Korkular bir sıradaki raflarda, duygular ise diğer sıradaki raflarda dizili. İhtiyacın oldukça indir kullan diye de bekliyorlar orada. Evet, hepsinin kullanma tarihi geçmiş ve farkında olmadan o tarihi geçmiş şeyleri yiyip zehirleniyoruz. Bunu da sürekli yapmıyoruz, sadece o an onu tetikleyecek bir duygu/korku ile geçmişin deneyimini raftan indiriyoruz, hatırlarımız acıyla canlanıyor ve dokunuyor hislerimize.
Böyle mi devam ediyor insan olma yolculuğumuz? Hemen kurtulamıyor muyuz bütün bu olanlardan? Sihirli bir ilacı ve dokunuşu var mı? Birileri hemen siliyormuş doğru mu? Sorular uzar gider ve bitmez bir döngüde devam eder. Bakmayın etrafta ahkam kesip, onu temizle bunu affet şunu gönder, onu çağır muhabbeti yapanların o çok bilmiş hallerine. Bu önerileri verenler ile bir araya geldiğinizde göreceksiniz ki onlar bile halen atamamışlar o duygu ve korkuları. Atmaları da mümkün değil. İçinde bir yerlerde duran ve halen dokunmadıkları ve farkında olmadıkları bir duyguyu ve korkuyu nasıl temizleyebilirler ki? Önce onu tetikleyecek bir gerekçe gerekiyor. Peki tetiklenmezse ne oluyor, orada öylece uyuyup duruyor. İlk sarsıntıda raflardan sepetinize düşmeyi bekleyen tanımlayamadığınız bir korku ve duygu olarak alışverişin gerçekleşmesini bekliyor.
Bu kadar kaotik mi hayat? Değil tabi ki… İçinden çıkamadığınız tüm üzüntüleriniz, kaygılarınız, korkularınızı aştığınız tüm yaşamı hatırlayın. Birçoğundan iz bile kalmamıştır. Bizim en büyük sınavlarımız her ne kadar çok sevdiklerini söyleseler de ebeveynlerimizdir. Eğer büyümüş ve çocuklarımız olmuşsa onların da en büyük sınavları ve travmalarının sebebi bizizdir.
Ne diyorduk, kendi içsel korkularımız ve duygularımız ile ebeveyn bağlantılı hikayemiz. Evet bu yazıyı yazmama sebep olan şey tam olarak ebeveyn şiddeti idi . Hatta bu yazıdan kocaman bir paragraf silmeme neden olan bir şiddetti. Anlatmak da deşmek de çare olmayacaktı o yüzden o kısmı çıkardım ama özünü çıkartmayacağım yazıdan. Eskilerden kime sorsanız sevmeyi bilmediklerini, öyle görmediklerini söyleyecekler sizlere. Oysa aşık oldukları kızlar/adamlar vardı her birinin. Bu coğrafyada binlerce yıldır yazıla gelen aşk şiirleri var. Aşkı diline pelesenk etmiş dervişler var. Devasa akropolislerinde aşk öykülerinin oynandığı tiyatroları var. Kimse beni biz bilmiyorduk martavalına inandıramaz onu söyleyeyim. Sevgisiz büyüyen ve büyütülen nesillerdik, töreydi, ahlaktı, ananeydi bence hepsi kendi içsel karanlıklarının maskesiydi. Çünkü izledikleri filmlere ağlayan nesillerdi onlar ve sinemayı çekirdek çitleyerek izliyorlardı. Aşkı biliyorlardı pekala. Üstelik aşkın divane hallerine de hakimdiler. Bir tek çocuklarına uyguladıkları şiddete aşina olmadıklarını iddia ediyorlardı ki o da gerçek değildi biliyorum.
Bugün sevginin hangi hali var sözcüklerimizde dolanan bilmiyorum. Çünkü herkesin bir sevgi tanımı var. Maddenin katı, sıvı, gaz hali gibi tanımlar. Birbirine evirilirken tanımları değişiyor ama aynı şeyi anlattıklarını sanıyorlar. Sanrılar içinde bir sevgi.
İyi de sevgi bu kadar kaotik bir şey mi? Sen bana vermedin ben de sana vermeyeceğim diyecek kadar değerli mi? Yoksa herkesi sevebilirim, bana şiddet uygulayana bile o sevgimi vereceğim diyecek kadar değersiz mi? Neden değersiz olsun ki sevgi. Hayır sevgi değersiz değil, sana şiddet uygulayana sevgini verecek kadar değersiz olan senden bahsediyorum. Değersizlik duygusundan yani. O raflardaki duygulardan biri de bu. Diğerleri neler bir bilsen, kendin olmaya razı gelmezsin. Çünkü farkına varacaksın ki şu anki sen gerçek olan sen değil. Tüm öfkeyi, duyguyu, tanımı, örüntüyü ve korkuyu kaldırdığında ortaya hiç tanımadığın biri çıkacak. O kadar yabancı olacaksın ki ona en büyük korkun açığa çıkacak. Kendin olmanın tek başınalığına sığınamadan kaçacaksın ondan.
Güzel bir çocuk muydum? Bilmiyorum. Bana göre değildim. Korkularım var mıydı? Çok fazlaydı. Değersizlik duygusu var mıydı? Ben var mıydım hatırlamıyorum? Onaylanma duygusu? Ondan bihaberdim. Fark edilme arzusu? Kayıp isen kime fark ettireceksin ki kendini? Sevilme ihtiyacı? Sevgiye ihtiyaç duyacak kadar aç olabilir misin? Açlığı midende hissettin mi hiç? Yumruk gibi boğazına düşen kuru lokmanın tükürükle ıslanmayan hallerini tekmelemeyi düşündün mü? Bu coğrafya değil, dünyanın bütün coğrafyalarında her zaman çocuk olmak çok zordu! Biz kifayetsiz büyütüldük. Biz, kayıp bir neslin hayatın dişlileri arasına çomak sokmaya çalıştığı anlara denk gelip kendimize sürgün yaşadık. Biz ajite edilmenin ve ajite olmanın en buhranlı zamanlarında çocukluğumuzu kazanmaya çalıştık ama güzeldik be. Yüreğimiz güzeldi. Çirkinliğimiz, ellerimizdeki kirde, yüzümüzdeki kırılganlıkta, kıyafetlerimizdeki deliklerde olabilirdi ama kalbimizde nokta kadar günahlar ile büyüdük. Üstelik, süpürgenin kökünden, terliğin topuğundan nasiplenmiş kaburga kemiklerimizden doğan Havva’nın sancısını hissederek, biz olduk.
Sonrası mı?
Yok ki… Hep buradaydık, binlerce yıldır da burada olacağız. Büyüyeceğiz… Öleceğiz… Tıpkı yüzlerce yıl ölmüş olan ve hatırlayamadığımız atalarımız gibi… Hatıralardan silinip gideceğiz… Acılarımızı, Zümrüdü Anka’nın kanatlarına kazıyıp sonrasında yanıp kül olacağız ve uçup dağılacağız alameti farikası sevgi olmuş benliğimizden.
Ben mi? doğduğunu hatırlamayan, öldüğünü bilmeyen, yaşadığından hem haberdar hem de habersiz, ham bir beden ve tanımsız bir düşünce olarak yaşamını sürdüren hamuş bir meczubum sadece.