Zaman, kendi çıplaklığı ile önümüze bir sürü seçenek koyuyor. Seçim şansları verip aralarında en doğru -ki aslında yaşadığımız anın en doğru kararı oluyor aldığımız karar- olanı seçip yolumuza devam etmemizi sağlıyor. Kendimizce yolda olduğumuz sürece sonuç istediğimiz gibi değilse iki şeyi sorgulamaya başlıyoruz. Bu kararı alırken neyi düşündüm, neden istediğim gibi gitmiyor, nerede yanlış yaptım… Bazen şu da olmakta; karşı tarafı suçlayarak, kendi doğrumuzu devam ettirmeye çalışıyoruz.
Bütün bunlar olup biterken elimizde bir karar ve o kararın sonucuyla yaşanmışlığı kalıyor… İyisini kötüsünü içimizdeki haller belirliyor, fakat genelde iyi olduğunda düşünmeden devam ediyoruz. Asıl mesele istediğimiz gibi olmayınca yani kötü olduğunu düşündüğümüz hallerde bu yargılamaları ve sorgulamaları hatta suçlamaları gerçekleştiriyoruz.
Yarın ne olacağını düşünmek, bugünün içindeki ana ihanettir aslında…
Bugün bir karar alman gerekiyor, önünde binlerce soru işareti var, korkuların var, acabaların var. Yola çıksan; yol, yol değil, çıkmasan, yoldaki şeyi bilmeyeceksin. Gördüğün var deneyimlemek ürkütüyor, deneyimlemeye çalıştığın şey var mutlu eder mi bilmiyorsun… Hepsi şu anın sana getirisi ve hepsi yaşanmışlığının sendeki tezahürleri…
Deneyimlediğin şeyleri, sanki şu an seçmişsin gibi bakıyorsun. Aslında hepsini tüm hayatın boyunca yaptığın seçimlerin toplu sonucu olarak deneyimliyorsun. Yani olan her ne ise şu an değil, bütün yaşamının yansımaları ve geri dönüşleri. Korkuların, sevinçlerin, heyecanların, beklentilerin, bildiklerin ve bildiğini sandıkların hepsi toplanmış yaşanmışlıkların getirisi sadece.
Yarın ne olacağını düşünmek, bugünün içindeki ana ihanettir aslında… Anda yaşamak dediğin şeyin içinde doğru ve yanlış yoktur sadece yaşanmışlık vardır… Hayalleri sadece gerçekleştirmek için kurmuyoruz, bazen o hayalleri korkularımızla yüzleşmek içinde kuruyoruz. Güzel şeyleri düşünürken içine en olmaz imkansızlıkları ekerek, ruhumuzun kayıtlarına işlediğimiz korkular ile de yüzleşiyoruz…
Bugün kurmaya çalıştığın hayatın içinde, yarınlarda olmamasına inandığın onlarca gerçeklik ve korku var. Onların içindeki tekrarları ile hayatının travmalarını yaratıp, korkularını gerçekleştirip, kazanacağına inandığın şeyleri kaybedip, olmasını istemediğin şeyleri ise yaşayarak kendi varoluşunu sabote ediyorsun…
Kaç düşten kabus ile uyandığının farkında mısın? Ya da kaç terk edişin orta yerinde kaldığının? Hayallerinde bile engeller koyarak, yarınlarda kocaman mutluluklar elde edebilir misin? Şartlı mutluluklar olabilir mi? Şartsız ve koşulsuz sevdiğini söylediğin ve düşündüğün halde…
Hani aşk olmak ve aşkta kalmak vardır. Sebep aramazsın, olanı olduğu gibi kabul edersin ve özüne işlersin onun her halini. Alem onun sureti olur, her isim onu hatırlatır sana. Baktığın yerde onu görür gittiğin yerde ona varırsın. Böylesi bir hal içinde olduğunu düşünüyor iken yarına korku ekebiliyor olmak, gerçekten yaşadığın şeyi aşk olarak mı anlamlandırıyorsun, bunu düşündün mü hiç? Büyümeyen sevgiler, kocaman korkulara galip gelebilir mi?
Yarın var mı? Bugünü kaybetmeyi göze alıyor ve dünden getirdiğin korkularınla hayatını inşa ediyorsun. Bütünü görmek ile bütünde olmak aynı şey mi? Sevgi her kusuru örtüyor ise ve yüreğinde sevgi var ise neden yaşamının en derinine inmeye çalıştığında korkuyu meşalen olarak alıyorsun eline? Hani, evrensel bütünlüğün içindeki sevgi ile yaratılan tüm gerçeklikler ve onun yansıması olan tüm anlara olan teslimiyetin.
Biliyor olmak mı büyütüyor yoksa yaşıyor olmak mı uzaklaştırıyor bizi yaşantımızın bu tünele benzeyen yolculuğunda. Sahi gerçekten sevgiyi, yarını, bilmeyi biliyor muyuz? Yoksa, halen ve ısrarla kalıplaşmış düşünceler içinde yarattığımız kaotik hayallerde mi yaşamaya çalışıyoruz hayatı? Bize bahşedilen bu değil diyerek baktığımız gökyüzünde, bulutların içindeki damlayı görebiliyor muyuz? O daha yeryüzüne inmeden ıslanabilir miyiz? Islanamazsak, neden yaşanmamış ve yaşanma ihtimalinin olmadığı yarınların korkuları ile sırılsıklam kalıp kendi mağaramızın karanlığına sığınıyor ve yaşamayı reddediyoruz?
İlacımız, teslimiyet ve sevgi olduğunda, ışığı varlığımıza bir nakış gibi işlemek mümkün. Bildiğimiz şeyler ile yarını kuramayız, hatırladığımız şeyler ile sadece AN’ı değerli ve özel kılabilir ve bu anları yarına taşıyıp zamansız kalan mutluluklar ile kendimizi çoğaltabiliriz. Neyi bekliyoruz, sihirli bir değnek mi? Yoksa sihirli bir peri mi? Tüm güç ve bilgelik içimizde, kapatıp gözlerimizi tüm varlığımız ile kendimize gülümseyip, doğmayı seçelim ve hatırlayalım, doğumumuz varlığımıza verilmiş en büyük hediyedir. Onu büyük bir sevgi ile kabul edip kendimizi onurlandıralım.
Doğumumuzu kutsayıp O’nu mutlu kılalım…