Susmak, kendine doğmaktır

Bir gün hepimiz bir anı olacağız. Sessizliğin içinde bir fısıltı kadar bile değerimiz kalmayacak. Mutlaka birileri bizi hatırlayacak; bununla birlikte hatırlananlar öyle çok da bir yere dokunmayacak; çünkü o kadar eskimiş olacak.

Ölüme meydan okuyamıyor insan… Bununla birlikte yaşama daha da bir sarılabiliyor, hele hala vakti varken…


Ben bir şey için burada olduğumuzu sanmıyorum. Bir yerinde kapanıyor perde ve herkesin dilinde kalan tat, o son sahne… İşte bunun için yaşıyoruz, o son sahne için… Son sahnede gözlerde bir damla yaş olacağız belki ya da bir acı tebessüm… Çok da şey etmeyin yani, nihayet bir kuru gürültü kalan geride… Seveni de sevmeyeni de, ah da oh da nihayetinde iki harften oluşan bir ünlem olmaktan ileriye gitmiyor işte…

Neyi seviyorum biliyor musunuz? Samimiyeti seviyorum. ‘’Ne kadar kötü korkarsa o kadar iyi!’’ Ha ille kötü kokması gerekmiyor; zira çok kötü kokuya da tahammülü olan biri değilimdir ki samimiyetin olduğu yerde kokunun kötü gelmeyeceğini bildiğimden belki medeni cesaretim…

Sahte gülüşler, sahte öpüşler, sahte dokunuşlar… Satın alınmış ve sahte… En acısı budur belki de ya da gayet uyumlu evrenin ritmiyle… Satın alınamayacak şeyler vardır, sadece hak edilir, hakkın olduğunda o senin önünde belirir; çünkü hazırsındır buna ve o sana gelmiştir.
Bana zihinde olduğumu söylüyor sevgilim, sevgilim ben kalbim çarpmasa nasıl düşünebilirim? Çok öfkelisin diyor bana, kalbini dinlesen böyle öfkelenmezsin. Haklı olabilirsin; bununla birlikte ben öfkemi bile ağız tadıyla, kendi halimde yaşayabilmeliyim.
Kötü bir adamım ben derim ve senin bunu kabul etmemeni beklerim. Oyunlarım bitmez ki benim! Oyuncuyum, yaşanmamış çocukluğumdan kalma bir sürü eksikliği yoksa nasıl giderebilirim!

Çok dağınıkmışım, öyle diyorlar. Dağınık değilim, sadece sizin bildiğiniz, olmasına alıştığınız gibi değil benim düzenim, yoksa gayet düzenliyim, kozmos düzen demektir çünkü, bilmediğimi zannetmeyin! Bilsem de, bunca şeyin ne işe yarayacağını bazen bilmediğimi itiraf etmekten de çekinmeyeceğim!

Kalbime bir şey sor benim! Mesela ben nereden geldim? Anamın bizzat örekesinden olur, sorduğunuz için teşekkür ederim. Hangi yıldızdan mı demek istemiştiniz? Her yıldızdan bir parçam var benim, hangimizi hangimizden ayırabilirsiniz bizim?
Hani siz çok farklısınız diyorlar, bende şöyle bir his doğuyor, bunlar beni kafese koyar, hayvanat bahçesinde sergiler. Timsahın midesine inip de çıkarılmak için önce kendisine dava açılması gereken kamu görevlisi gibi hissediyorum bazen kendimi, özel mülk kabul edilen bir hayvanın midesine inme gafletine düştüğüm için!

Kızgın değilim demek isterdim, inanmayacağını bildiğimden oraya hiç girmeyeceğim. Sardım diyelim ve elbette çözüleceğim hatta şu an tam da bunu resmetmekteyim. Belki her şeyi bırakır giderim, kimse tanımaz beni, kimse bilmez. Yeryüzüne bu kadar da sıkı sıkı tutunulmaz ki! Biraz da yeryüzü tutsun canım bizi! Yeryüzü kimi umursamış sanki? Hep gözünün üzerimizde olduğundan öyle eminim ki…

Söylemek istediğim çok şey var da susacağım şimdi. Susmak bazen öyle çok şeyi duyma şansı kazandırır ki! Sırf bu hakkınızı koruyabilmek için susuyorum, belki sessizliğimde siz de bulursunuz kendi incilerinizi… Zaten benimkiler kimseye yar olmaz ki! Herkesin göğsünü kabartan ancak kendi kanatlarının hediye ettikleri… Nasılsa gece hala güzeldi. İyi ki…
Dosta selam olsun

Yazar Hakkında

25 Şubat 1989’da fırtınalı bir gecede dünyaya gelmişim. Üç gece ha doğdum ha doğacağım diye hastane yollarını teptirmişim. En nihayet emin olup yeryüzüne inmişim. Fırtınayı hep sevdim, sağlamcılıktan da vazgeçmedim. Lise zamanlarına kadar epey inek bir öğrenciydim. Harçlıklarımla yeni test kitapları alır, test çözerken şarkılar söylerdim. Bir müddet babaannemlerle yaşamıştım. Babaannemin bu değişik çalışma biçimime olan şaşkınlığını hissederdim. Çalışmayı hep sevdim, kendi yönetmlerimle bunu yapmayı daha çok sevdim. Fen lisesini kazanmıştım. ‘’ Bu öğretmenler beni değil notlarımı seviyor! ‘’ diye fabrikatör kızıyla fakir ama gururlu delikanlıyı andırır bir duygu krizi yaşamıştım. Bu benim için dönüm noktasıydı. Artık daha az çalışıp daha çok yaşıyordum. Rehber öğretmenimle düzenli görüşmelerim oluyordu. Kendimi sosyal çalışmalara verdim. Fen lisesinde bunu( şiir dinletisi, tiyatro ) yapmaya kalkınca biraz ortalık karışmıştı. İTÜ Mimarlık fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması bölümünü kazandım. Konservatuvar istiyordum. Üç sene boyunca her aralık ayında okulu bırakıp konservatuvar sınavlarına hazırlandım, olmayınca geri döndüm ve en nihayet ‘’ Her şeye rağmen bırakıyorum! ‘’ deyip yarı zamanlı, özel bir konservatuvara kaydım olmuş buldum kendimi! Bu zaman zarfında part- time bir fast food firmasında kasiyer olarak( bir buçuk yıl ) ve ardından bir kafede falcı olarak( üç buçuk yıl ) çalıştım. Açıköğretimden sosyoloji bölümüne kaydımı yaptırdım. Son sınıftayım. Üç aylığına Antalya’ya gidip iki buçuk sene orada yaşadım ve birçok ruhsal eğitim( Reiki Master, EFT( Duygusal Özgürleşme Teknikleri ), Şamanik rüya, Yaşam koçluğu, Meditasyon… ) alarak kendi derinliklerime bir yolculuğa çıktım. Deneyimlediğim Tarotu yeni bir bakışla yorumladım ve ona, bünyesinde barındırdığı numeroloji ile astrolojinin inceliklerini kattım. Şimdi yazıyorum, aslında okuyorum ve bunu seviyorum. Sizi seviyorum, Hüseyin Akdağ

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir