Güçlü olmayı ne kadar çok severiz. Güç diye tanımladığınız, bildiğiniz nedir ki bu kadar o olmaya çalışıp aslında anlamını bile tam olarak bilmediğiniz ama yine de içinde kaybolduğunuz…
Kayboldukça kendi parçalarınızdan yavaş yavaş vazgeçip, uğruna bambaşka bir kişilik geliştirdiğiniz Güç…
Oysaki güç içinde güçsüzlük barındırmaz mı realite kutupluluğunda. Ve güçsüzlük içinde güç barındır maz mı? İkisi de güç ile başlar ekleri attığınızda. O ekler sizin bu yaşamdaki sığmaya çalıştıklarınız… Ekleri çıkarttığınızda ikisi de aynı. Güç’lü, Güç’süz… Tıpkı siz gibi…. İsminizi, kimliklerinizi, alışkanlıklarınızı attığınızda çırılçıplak Öz’ünüz kalır. Ve siz hemen giyinmek istersiniz, üşüdüm dersiniz. Çıplak dolaşılmaz dersiniz. Ayıp dersiniz. Uygun değil dersiniz. Dersiniz de dersiniz…. Ve giyinirsiniz kat kat…
Yaşadığınız her hoşunuza gitmeyen, sizi inciten olayda bir kat daha çekersiniz üstünüze. Her olayda bir parçanızı daha kapatırsınız. İncinen parçanız, hassas parçanız, duygusal parçanız, aşık parçanız, korkan parçanız, utanan parçanız, çabuk inanan parçanız…. Bunların yerine yepyeni parçalar getirmeye çalışırsınız. Bir daha acı çekmek istemiyorum, bir daha incinmek istemiyorum, bir daha kanmak istemiyorum, bir daha aşık olmak istemiyorum….. Bu yüzden öyle bir giysi giyeyim ki hepsini örtsün… Ve siz Güç denen şeyi giyersiniz ve Güç’lü görünmek artık en vazgeçilmez parçanız olur…. İşe yarar mı?
Bir süre işe yarar. Ohh be dersiniz. Ne kadar güçlüyüm. Oysa içinizdeki bastırdığınız parçalarınız birikir, birikir, birikir ve artık açığa çıkmak ister. Ufacık bir şeye öfkelenir olursunuz, bir film izlediğinizde gözleriniz dolar ve hemen kendinizi toparlarsınız… Bir ilişki yaşadığınızda ufacık bir olayda hoşgörüsüz olur kaçarsınız. Çünkü kaybetme acısı yaşamışsınızdır. Ama içiniz içinize sığmaz. Güçlü görünmek isteğiniz artık tüm güçsüzlüğü açığa çıkarmıştır… Tüm yaralarınız kan revan içindedir. Nereye bastırsanız orası kanar. Kan giysiyle örtülemez artık… Giysiden taşar ve herkes görür… Kan Öz’ünüzdür. Ne kadar gizlemeye çalışsanız da o bir şekilde sizin örtünüzün altına sığamaz… Sizle olmak ister. Beni kendinden ayıramazsın der.
Hangi olayda bir parçanızı bıraktınız? Siz o parçalarınızla varsınız. Tek bir parçanızı bile bir olayda bıraksanız, o parça onu bulmanız için size çağrı gönderir. Nasıl mı? Karşınıza o parçanızı hatırlayacağınız olaylar çıkararak. Yaşadığınız bir olayda çok utandınız ve utanmak çok kötü bir his bir daha asla bunu yaşamak istemiyorum diyerek utanan parçanızı mı bıraktınız o olay yerinde? Onu geri almak zorunda kalacaksınız. En iyisi; o size bağırmadan ben buradayım, heyy sesimi duy diye haykırmadan siz onu çağırın… Seslenin; Eyy tüm ruh parçalarım, nerede sizi bıraktıysam eve dönün… Sizinle Bir’im ben…
Hadi izin ver kendine artık… İncinebilir ol, kırılgan ol, hassas ol, aşık ol, huysuz ol, öfkeli ol, ürkek ol, kaybeden ol, başarısız ol, bastırmak yerine acı çekmeye izin veren ol… Bunların içinde tam zıtları da var. Hatırla kendini. Tek bir şey olmaya çalışma. Hepsi Olmaya gönüllü Ol, Sen Zıtların birleşimi Ol.
Tüm ruh parçalarına seslenen ve onları bağrına basan Ol…
Bir süre çıplaklığın üşüttüğü sen, çıplak kalmaktan keyif alacaksın. Bazen güneş olacaksın, bazen ay, bazen gündüz, bazen gece… Ne, ne de… Ve aslında hiç tanımlanamayan…
Öz’den Sevgiler…