Bir zamanlar, hiçbir şeyin olmadığı dönemlerde bir süreç hüküm sürüyordu, akıp giden bir süreç…
Derken galaksiler, yıldızlar, gezegenler, sonuçta da dünya var oldu…
Sonunda da insan…
İnsanın yapacak fazla bir işi yoktu; canı sıkılmaya başladı…
”Ne yapayım, ne yapayım,” diye düşündü, ”bari şu zaman konusuna kafa yorayım,” dedi, tuttu zamanı dün, bugün ve yarın diye üçe ayırdı çünkü bir yandan da başını sonunu merak ediyordu çünkü bu uçsuz bucaksız sonsuzluğun…
Öyle ya, bir şeyleri belirlemesi gerekiyordu; aklı sıra böyle anlam kazandıracaktı tekdüze giden hayatına….
İlk işgüzârlığı işte böyle başladı…
Ancak zamanla bir kavram kargaşası oluştu çünkü bugün, düne göre yarındı, yarına göre ise dün…
Baktı işin içinden çıkamayacak, düne geçmiş, yarına gelecek dedi ama işler yine sarpa sardı çünkü oluşturduğu kavramlar hâlâ somut değildi çünkü geçmiş, adı üzerinde, olmuş bitmişti, gelecek ise henüz yoktu yani aslında her iki zamanda da fiziksel olarak var olunamazdı…
Bu kez tuttu bugüne şimdi dedi ama göz ardı ettiği bir konu daha vardı; şimdi dediği an bile o daha söylerken geçmiş oluyordu…
Gelecek dediği de aslında şimdiden yani bugünden yani anların toplamından oluşuyordu ama o bunu anlayamadı…
Umutsuzca düne yani geçmişe, yarına yani geleceğe tutunmaya kalktı; bu kargaşanın arasında bugünü yani şimdiyi kaçırdı. Aslında iki harfle tanımlanacak kadar basit olan an kavramı böylece gürültüye geldi; görüş alanından uzaklaştı, kayboldu gitti…
Oysa andan, anlardan başka bir zaman yoktu, olamazdı da çünkü olan her şey o anda oluyordu ama o bunu göremedi…
Bu anlayışla göremeyecek de çünkü fiziksel olarak var olabileceği tek anın şu an olduğunun bilincine henüz tam olarak varmış değil; kargaşası da bu yüzden sürüp gidecek…
En kısa zamanda anın anlamını ve değerini kavramanız dileğimle…