Aşkın ihtiyaç meselesi olduğu bu zamanda kimse aşkın saf ve koşulsuz olduğundan bahsetmesin.
Cümlelerimiz bile “sana ihtiyacım var” ile başlıyor”sa sevdiğimiz için sevmiyor bize o kişi lazım olduğu için seviyoruz.
“Rağmen” ile sevmeler yok, ” çünkü”ler ile başlayan nameler çok.
Oysa seviyoruzdur işte ve tanımlayamamaktır mesele.
Muhtaç oluruz diye aklımız çıkıyor, oysa ki aşk muhtaçlıktır ve muhtaç olmaya korktuğumuz yerde aşk yoktur.
Korku vardır, bilirsin, o sıkışıp zorlandığına gidecek.
Ve sen içten içe gidecek diye korkarsın ve bunun için olmadığın kişi olursun.
Çünkü olanı sevmez insan, oldurduklarımızdır bizim eserlerimiz.
“Benim sayemde” demeyi çok severiz kibirle.
Gittiğinde, “seni seviyorum gitme” yerine “beni bırakmazsın” deriz.
Ve hala derdimiz “ben”dir, sevgi ve aşk bu işin neresindedir.
Korkar işte sonra insan. Çünkü sevgiyi hissetmez.
Ve korkular bizi yalnızlaştırır.
Issız ve hep yek mağaramızdayızdır.
Sonra yalnızlığımız belki bir umut gider diye kuş oluruz, daldan dala uçan umutsuz ve aşkın olmadığı kafeslerde aşk kırıntılarına razı kuşlar.
Bir çıkıp uçsalar onu bile mutluluk sanacak olan kuşlar.
Bilmezler aşk tükendi, belki tarihte var idi bir fosil gibi ama aşk kuş kanadında uçtu gitti.
İnsanın var olduğu boyutta her şey karşılıklı, beklentili, tanımlı ve ben merkezlidir. Kişi mutlu olmak istediği için sever ya da kendisini mutlu edeceğini düşündüğü kişiyi sever. Bazen de onu çok seveni sever ya da sevmeye çalışır. Sevgi ve aşk konuları, insanın hayatı boyunca tam olarak anlayamadığı ve anlayamayacağı bir kavram. Hem derin hem sığ hem de HİÇ….
Derin bir kuyuya atılan taş gibi çoğu zaman aşk nereye gittiği belli değil, sesi uzaktan çok güzel ama nasıl düştüğü nereye düştüğü belli değil, kime atıldığı kim için gerektiği ya da iyiliği. Taş için mi, kuyu için mi, sesi duyan için mi iyi?
Bazen de doğru ya da yanlış olduğunu düşünmediği hamleler yapıyor ve üzdüğünü kırdığını fark etmiyor İnsan Çocuğu. Ortada bir kuyu var ve içinde de su… Biri taş atıyor, taş suya dokununca ses çıkıyor, kuyu onu çoğaltıyor atan ise istediği sesi duyuyor… Hangisinin gerçekliği ya da deneyimi önemli çok da ölçülesi bir durum değil. Ama her birinin özüne inince, su sesi kendisini çıkardığını söyleyebilir, taş da öyle, kuyu ve taşı atan da… Hepsi birlikte oradalar ama ortaya çıkan şeyin yani ses’in kendisi anlamlı olmasına rağmen anlamsızca duruyor. Herkesin ben yaptım olduğu dediği şey o ama yapanların sahip çıktığı sanrılar yüzünden en anlamsız ve değersiz olan şey de o… Ses olabildiğimiz bu hayatın içinde o sesi çıkartanlar kendilerini hep sahip görmeye devam ettiler ve edecekler…