Günümüz insanının en büyük problemi ilişkisizliktir. Bir başkası ile ilişki içinde deneyimlenebilecek ve kalıcı sürdürülebilir anlamlı bir arzunun özlemini duymakta neredeyse tüm insanlık. Samimi masum ve doyum üreten anlamlı ilişkilerin özlemini. Ama sorun şu yakın ilişkilerimiz hem anlamlı ve kapsayıcı(şefkatli) hem de tutkulu ve baştan çıkarıcı aynı anda olabilir mi? Bunu başarmak için tek bir “doğru kişi”mi vardır? Yoksa doğru olmayan biri süreç içerisinde ‘’doğru kişi’’ haline dönüşebilir mi? Gerçek ilişki kurmak ne demektir ve gerçek ilişki kurduğumuzu nasıl anlarız? Bir ilişkide ortak yaratım ve paylaşımı, üretkenliği teşkil eden şey nedir? Ve her şeyden öte aşk sürdürülebilir mi yoksa kaybolmaya mahkum bizi peşinden koşturan geçici bir kıvılcım mıdır? Ve eğer öyleyse bizi bu kıvılcımın peşine düşüren umutsuzca onu elde etmeye çalıştıran şey nedir? Yaşama dirilik heyecan arzu veren nedir? İnsan hayatını yaşamaya değer kılan şey aşk ise
Bizi kendi özümüzü ve ötekinin özünü tanımaktan alı koyan en büyük engel kibirdir. Kibir ihtiyaçsızlık ve tam güçlülük peşinde olmak ve ötekinin varlığına bağlı/bağımlı olmamak demektir ki aslında bu ötekine bağlı olan ihtiyaçlarımın karşılanmamasının dehşet acı ve yıkıntısını yaşamayalım. Ancak bu durumun yani ihtiyaçsızlığın yarattığı kendi uzayına yavaş yavaş gömülerek kendi yalnızlığının denizinde boğulmaktır. Tıpkı nehirdeki kendi aksine âşık olan Narciscuss gibi. Bir aynada kendini seyretmek halini alan ilişkilerimiz, kendi uzvumuz uzantımız haline gelmiş bize bağımlı ve/veya bizim bağımlı olduğumuz, gerçek ihtiyaçlarımızın ve varlığımızın karşılanmadığı kabul edilmediği dolayısı ile sürekli bir eksiklik yarım kalmışlık yaratan bir bunaltı yük halini almıştır. Tanrı insanın yücelmiş kibri sebebi ile içimizden çekilip gitmiştir. Bize kalan kendi gönlünün kuraklığında ıssızlığında bir serabın peşine düşmek ve aşk martavalları ile ilahileştirilip idealize/masallaştırılan bir aşkın peşine düşmektir. Aşk bu mudur? Aşk yarım kalmışlık, eksik bırakılmışlık mıdır? Aşk yaşamın gerçekliğine tahammül edemediğimiz için uydurduğumuz bir fantezi midir? Neden yaşanılan aşk rengini heyecanını yitirir? Aşk bir vaat edilmiş toprak bir öte dünya hayali midir? Bu dünyada bizim aramızdaki etkileşim aşk değilse nedir? Ya aşk ise bizi neden ıstırap içinde bırakmaktadır?
Aslında gerçek aşk için bizden istenen şey, kibrimizden vazgeçmemiz ve ötekini tanımaya istekli olmamız ve onun varlığına müteşekkir olmamızdır. Onu görmemizdir. Çünkü ancak görürsek görülebiliriz. Ben sende oluşur ve bir birimize ayna oluruz.
Bir birimize ayna olmak güzel bir benzetmedir ancak eksiktir. Ruhsuz bir ayna değiliz diğerine sadece onun kendi aksini yansıtalım. Akisten öte bir öz vardır. Karşımızdakine baktığımızda kendi aksimizi arıyorsak sadece o zaman âşık olduğumuz kimdir? Kimi tanıdığınızı biliyor musunuz?
Kazancımız sandığımızdan zengin olacaktır eğer kendi eşsizlik, kendi kendine yeter bağımsız ve kontrol edebilen varlıklar olduğumuz ispatının peşini bırakırsak. Bir birine bağlı olmanın muhteşemliğini ve evrende kendi yerini almanın ve diğer var olan her şeyle bağını anlamanın nasıl bir koşulsuz sevgi akıttığını hissedebilirsek. Her şeyin merkezinde olduğumuz inancını bıraktığımızda, aslında öyle olağan üstü bir varlık olmadığımızı kabul ettiğimizde tevazu ve masumiyetimizi geri kazandığımızda insanın muhteşemliği ve hilafeti başlar. Ve bunu bizi en harika aşk anlatır. Aşk kendini ötekinde seyrederken ötekini ve kendini sevebilmektir. Bu o engin bütünlüğün küçük bir provasıdır.
Hayatlarımız sürekli başka insanlarla etkileşim içinde geçer ve bizim canlılığımız varlığımızın dokusunu tonunu ilişkilerimizin duygusal ruhsal fiziksel ve zihinsel nitelikleri belirler. Açılmış her yara bir ilişki içinde açılır ve yine bir ilişki içinde iyileştirebilir. Birine ait olmak bir çeşit ev duygusu verir. Ev ‘’ne olursa olsun ve ne yapmış olursan ol gitmek zorunda olduğunda seni içeri almak zorunda oldukları’’ yerdir. Ev ve aşk ‘’ait olmak’’ demektir. Ait olmak geçmiş gelecek ve şimdiyi bir birine bağlar. Birisiyle oluşturduğumuz evde işte bizim İçimizle dışımızı , kim olduğumuzla olmayı arzu ettiğimiz kişiyi, geçmişimizi geleceğimizle şimdimiz üzerinde bağlar. Ancak sahip olduğunuz ait olduğunuz kişiye arzu duymanın en büyük tehlikesi onu kaybedebilir olmanızdır. Kaybetmemek için ait olmazsınız ancak ait olma özlemi aşk özlemi oradadır ve aşk özlemi kendiliği tüketir zira tüm değerler gerçek bir ilişkinin içinde var olmayan ötekinde konumlandırılır.
Ancak bu bağı kurmak için, Arzu ve sevgiyi aynı kişiye duyabilmek, diğerinin huzurunda kendini yalnız bırakmak ve ötekine teslim olmayı gerektirir. Kapsamak ve kapsanmak aynı anda mümkün olabilmelidir. Kazanmak ve kaybetmek. Almak ve vermek. Varlığında kendiliğini kendi zevklerine bırakabilmek. Ve ancak tekinsizliğinde kendimizi bırakabilmeyi başardığımızda, kırılganlığımızı taşıyabildiğimizde ve kırılmaya izin verebildiğimizde diğerinin gerçek özünü görmeye başlayabiliriz. Çünkü kırılmaya izin verebildiğimizde savunma ve saldırıdan çıkarız. itiş kakış savaş biter. Karşımızdaki partneri idealize etmeye bir kahraman yaratmaya gerek kalmaz çünkü bir kez kırılmaya kaybetmeye izin verirseniz, kurtarılmayı beklemezsiniz sadece kaybeder ve teslim olursunuz. Güvenlik özlemimiz ve acı çekmekten korkmak teslimiyetin önündeki engeldir. Güvenlik tutkumuz, içimizde sürekli daha iyi ve hiç hayal kırıklığı yaratmayan başka eşlerin varlığı yanılsamasını besler ve bağ kurduklarımızdan kaçınmamıza ve en küçük çatışmada bu sesin bizi eşimizden uzaklaştırmasına sebep olur. İşte bu durumun kendisi ilişkiyi altta yatan gizli tasarılara, güç oyunlarına dönüştürür. Gerçek yakınlık teslimiyetin yokluğu ile kaybolur. Gerçek yakınlığın kaybı ise, saldırganlığı doğurur ve gizli bir intikam peşinde koşturur. Tutku, bağımlılık, saldırganlık arasına sıkışmış pornografik ilişkiler kurulabilir ancak. Vermediğimiz ama aynı zamanda almadığımız gerçek bağın kurulmadığı ve güvenlik duygularının gelişmediği kendimizi içindeyken yalnız ve k(öksüz) hissettiğimiz ilişkiler. Böyle bir ilişkiyi yaşantılamaya çalışmak derin bir suçluluk tiksinti ve kendine acıma ve aşkın yozlaşmasına ve nihayetinde kaybına sebep olur. Aşk teslim olabilmektir.
Teslimiyet deneyimi yaşantılamayı mümkün kılar tasarlamak planlamak yerine sadece olabilir ve deneyimleyebilirsiniz. Teslim alındığınız siz, bir kez süreçte gerçekte teslim olduğunuzda diğeri bu itme çekme kaçma kovalama acı çekme acı verme oyunundan düşer. Ringe çıkmazsanız maç yapılamaz. Silahlanmazsanız, silahlanan ortada kalır ve insan ölüme öldürmeye değil yaşama programlı bir varlıktır. Var olmak kendini bilmektir ve kendini bilmekte bir hedeften çok içine dalınan bir olma halidir. Olma hali ise ancak tam teslimiyetle ve aşkın tam tezahürüne izin verilmesi ile deneyimlenebilir.