Hayatımda döngüler tekrarlanıp durdular ama aynı değillerdi işte… Her seferinde bir önceki döngüde fark etmediğim ince ama önemli detayları fark ettim. Sonra ‘Dünyam’ ya da hayatım diye adlandırdığım binanın arka saklı odaları ve yeraltı mağaraları da olduğunu keşif etmeye başladım. Sonunda aslında insanlık varoluşu denilen olayın sayısız alemler arasında sadece bir alem olduğunu, ama büyük ölçüde farkında olmasak da başka alemlerle bağlı olduğunu yaşadım…
Çünkü insan olarak biz birçok karmaşık varlıklarız. Kendimizde geçmişi geleceğe bağlayıp Şimdi’yi, yüceyi ve alçaltılmışlığı birleştirerek, Yaşam’ı, Üstü ve Altı birleştirerek, Orta’yı yaratıyoruz. Çoğunda bilinçsiz şekilde İçimizde görünmez enerjileri barındırıyoruz ya da kendimizden geçiriyoruz. Bulunduğumuz dünyada ayaklarımız yerde duruyormuş gibi görünse de aslında varlık ve yokluk, objektif ve sübjektif, teklik ve çokluk, enerji ve madde, ruh ve beden, iyi ve kötü, tanrı ve şeytan, doğa ve toplum, evren ve dünya gibi sayısız olguları her birimiz kendimize göre kavramak ve onların arasında varolmak zorundayız. Bunun için ilk olarak BEN kavramını kişisel (bireysel), toplumsal, evrensel aşamalarda ortalama seviyede bile olsa, kavramamız lazım.
Ortalama dediğimin nedeni, bu konular çok derin, düşündükçe içine çeken girdaplar gibidir. Kendini tanıma aşamaları hiç kolay değildir. İlk önce içsel ve dışsal iki Ben’iniz olduğunu ayırt edersiniz. Sonra içseli de dışsalı da yaşam ve çeşit deneyimler sırasında güçlendirirsiniz. Sonra ikisinin arasında çatışmalar varsa, onları uyumlu hale getirmek zorundasınız. Toplumsal değişimlerin daha iyiye gitmesi lazım olduğu nettir, sosyal gelişim hakkında konuşanlar, savaşçı gibi görünmeyi sevenler ve gerçekten savaşanlar da çoktur. Ama, değişimi kendinden başlanması lazım olduğunun gerçekten de esas kural olduğunu es geçerler genelde: kolay olmadığı için tabii… Bunun bir klişe haline geldiği konusu bir yana, sadece toplumsallık ve İnsanlık boyutuyla ilgili seviyede görürler. Fakat, artık, bu konuda da gözlerimizin daha çok açılması, bilgilerimizin daha derinleşmesi, gerçeklerle dürüstçe yüzleşmekten başlanan bir DEĞİŞİMİN şartlarının kabullenme zamanı geldi. O yüzden kitabın önemli bölümleri ‘BEN’, ‘kendim’, ‘Öz’üm’, ‘Ruhum’, ‘Zihnim’, ‘Bedenim’ gibi kavramların ve onların ortaklaşma varoluşu, Merkez ve tüm Sistem gibi tanımlamalara da alışma-alıştırma gibi vazifeye hizmet etmesi için uğraştım.
Bizmişiz gibi gelen her şey ‘ben’ diye tanımladığımız kavrama uymaya-sığmaya bilir… Milyonlarca yılların genlerini bir araya getirmiş bir Genetik Kütüphaneyiz aslında. 60 trilyondan ziyade hücrenin birliğiyiz bedenen. Kolektif bilinç ya da beyin altı planında belli evrensel, dünyevi ve hayati kodlamaları, sayısız yaşam deneyimlerin hatırasını, bireysel olarak anne rahminden beri oluşagelmiş reflekslerimizin canlı taşıyıcılarıyız biz.
Benlik hissiyatımız birden genişleyip, derinleşip, bir ucu sonsuzlukla birleştiği, benliğimizdeki BİZLİK dediğimiz Varoluş topluluğuna dönüştüğü durumda zihnen ve bedenen çokça ‘başkalarının’ topluluğundan ibaret oluverdiğini yaşamak ilk başta her insanı şaşırta bilir. İster bunu neropsikolojik durum deyin ister mistik aşamanın bir belirtisi deyin, ister bilinçaltı-kolektif bilincin hakimiyetini dayattığı bir durum deyin. Ben daha çok İçsel Evrenin Yaşamı demeyi tercih ederim, Platon’un ‘yukarılarda ne varsa aşağılarda da o var’ deyimini, ben, ‘Dış’ boyutlarda ne varsa, onun küçük modelinin içimizde de hem kendi alanını hem dışarıyla sıkı sıkıya bağlanmış saat çarkları gibi Tek Sistem oluşturduğu kanısındayım. Lakin, insan bütünden kendini ayrı his etmesi ve ayrı tutması mümkündür (belli yere kadar lazımdır da), bütünden çok fazla ayrı, içe kapanık sistem olduğunda bu ciddi sorunlar oluşturur… Bütünün doğal, işlevsel sisteminden fazla uzaklaşmak, kopmak, bozukluk, tecrit olmak sayılır ve bedende böyle hücrelere KANSER hücreleri derler, bilirsiniz…
İçinizdeki bu sonsuzluğu, bu ‘kalabalığı’ ve onların ilginç devinimlerini fark ettiğinizde İnsanlık boyutundaki yeriniz, tutumlarınız, toplumsal yaşamınızdaki yeriniz gibi alanlar bazen birbirinden uçurumlarla ayrılan, alakasız alanlarmış gibi az ya da çok bocalatabilir. Ama korkmayın, bir sistem varsa eğer, o sizin haberiniz ve kontrolünüz olmadan da oluşup, iyi kötü yaşadıysa ve sizi de yaşattıysa, onun işlevsel kuralları da vardır: kendi öğretmeye, kendi anlatmaya, kendi kendini düzenlemeye başlamıştır bile çoktan… Dinlemeyi bilin, farkında olmaya çalışın, seçimler yapın, yeter…. Beyin altınız zaten çok işleri ‘arka planda’ kalarak, sanki yokmuş gibi yapmıyor mudur? Sizin haberiniz ve kontrolünüz olmadan çalışmıyor mu çok organlarınız? Ve neden hücrelerinizin de kendi şuuru olduğu konusuna inanmak güç oluyor? Ama bu durumu çocukluktan bilinçli dönemlere adım adım atmaya benzetmeye kalkarsanız, ‘normal’ insan bilinci çok yüksek farkındalık, dikkat, öz-yönetim, disiplin gerektiren Yeni Şuur ’un daha yukarı, ileri, daha geniş bilinci karşısında çocuksu kaldığını görebiliriz. O yüzden hep ‘doğru’ yaşamış, etkilere karşı ‘doğru’ verdiğiniz kanısıyla yaşadığınızda bile kaos ve anlamsız durumlar karşısında kalabildiğiniz hakkında sorulara ve taassuplara dalarsanız, artık yeni dönemde bilmeniz gereken bilgilere, bilinçli algı seçiciliği ve Öz kontrole ne kadar ihtiyacınız olduğuna dair ipuçları alabilirsiniz deneyimleriniz hem de araştırmalarınızdan.
Seller ve depremler önlenemeyebilir ama karşısında nasıl davranacağınıza ve korunacağınıza dair hazırlıklı olabilirsiniz. İlişkilerdeki ve toplumsal olaylardaki duruşlarınız daha bilinçli ve bilgece olmak zorunda olduğunuzun farkındaysanız, bunu geliştirmenin de yolları vardır elbet. Çünkü insan sadece anatomi ve fizyolojide öğrendiğimiz gibi değil, çok daha karmaşık, farklı boyutlarda gezen bir “çokluktan” ibarettir. Öbür boyutlara uzanan kısımlarınızın farkında olmazsanız, bilinçaltınızın ve üst şuurun mesajlarını alamazsanız ya da doğru yorumlayamazsanız, geri dönüşsüz durumlar ortaya çıktığında pişmanlıklara ve acılara yol açabilir. Ki, atom altı düzeylerdeki parçacıklar bile şuurlu davranışlar sergilediğini, izlenip izlenmediğine göre farklı tepkiler verdiğini vurguluyor modern fizik… Siz ise 65 trilyon hücreden ibaret kocaman bir Dünya’sınız insan olarak. Bunun dışında yedi şuur ve farklı varoluş katlarındaki enerjisel bedenlerimiz de olduğunu hesaba katsak ve aynı mantıkta devam edersek, aslında biz bile büyük sistemin hücreleri gibi değil miyiz? Toplumsal olarak, evrensel olarak boyutlara yukarıdan bakmayı başardığımız zaman, Büyük Dünya İnsanı (Âdem, Dünya Ruhu, Arhat, Manas, Büyük Ben, Dünya Ana gibi isimleri hatırlayın) bedenindeki sürekli ölüp-yenilenen, yarattığımız kültür olarak O’nun manevi varoluşunu da geliştiren, aklen ve ruhen Büyük Tek Beyin ve Tek Kalp (Sevgi)’in parçaları olduğumuzu tasavvur etmek zor değildir artık herkes için.
Bir sorum daha olacak: Kendinizi katı ve net olarak ‘ben şuyum’, ‘ben buyum’ diye yaşarken, bazen aynada size sizin gözlerinizden bakanın kim olduğunu ayırt edemediğiniz olmadı mı?
Toplumda kim olursak olalım, hiçbirimiz önemsiz ve küçük değiliz aslında. Hepimiz hemen hemen aynı potansiyeller, güçler, başlangıç imkanlarıyla dünyaya gelmiş bulunuyoruz. Ama aile ve toplumsal hayata ilk adımlarımızı atmaya başladığımız andan itibaren kendimiz belli kavramlar içinde adlandırmaya, nitelendirmeye ve tanımlanmaya başlıyoruz: cinsiyet, millet, inanç (din), toplumsal sınıflar, meslek, falan filan: (iyi adam, ters adam, kötü koca, iyi baba, hamarat kadın, azimli ve hırslı oğlan, yaramaz çocuk, deli dolu delikanlı, asi kız, saliha kadın… vs.)
Etrafımızda sayısız ters, kısıtlı, bozuk, sahte aynalar oluyor. İlk yaşlarımızdan itibaren zihnimizdeki kendi aynamıza bazı şeyler doğru, bazı şeyler yanlış diye yansıtılmaya başlanıyor , ona göre kendimiz hakkındaki fikirlerimiz de şekilleniyor. Ben buyum, ben şuyum diye kendimizi çoğunda yanlış tanımladığımızı daha sonra bazılarımız kavramaya başlıyoruz ama bazılarımız karşısındaki ters ayna onu nasıl gösteriyorsa ona inanarak yaşar, davranır ve hayatın olayları, deneyimleri, değişmez gibi görünen faktörleri, sınav ve imtihanları karşısında BEN tanımlamamıza göre iş tutarız ister istemez. Bazen, içimizde gelişmek, değişmek için güçlü güdü sezeriz. İşte o zaman, benlik arayışlarımız belli süreye bizi ‘kendimizi’ unutmamızı ister.
Kendini tanımak bir anlamda kendini unutmak değil midir? Kendini unuttuğunda dünyadaki, hayattaki, varoluştaki sonsuz ve sınırsız güzelliklere, farklı anlamlara açılabilirsin.
‘İki Dünya Arasındaki Kapı’ kitabından bir bölüm