Her şey Seninle Başlar SEN BİR MARKASIN fark et; parlat, ışığını yansıt
“Herhangi bir yerden veya her yerden başlayabilirsiniz. Yeter ki orada bir değişim olsun ve bu sizinle başlasın.” M. Ferguson
Zamana ve mekana bağlı kalmaksızın merhaba…
Bu dergi sizi ve beni; zamana ve mekana bağlı kalmaksızın buluşturuyor aslında…Ya bir sabah vakti büronuzda kahvenizi yudumlarken; ya bir öğle yemeğinde arkadaşınızı beklerken, günün herhangi bir saatinde hastanede; kafede, çalıştığınız iş yerinde yanınıza konuk oluyorum…
Yüreğimden akan her kelimeyi sizin kendinizle buluşmanız için bir davetiye olması inancıyla; her kelimemi kendi değişim ışığınızın çakmağı olması inancıyla yazıyorum…
Dikkat çekmek istediğim sorular;” bilmek”; ne kadar biliyoruz? Bildiğimizin ne kadar farkındayız? Farkındalıklarımızı uygulamalarımıza ne kadar yansıtıyoruz? Yüreğimdeki ışığı yansıtmak için buradayım, hepimiz birer ışığız ve ışığımızı yansıttığımız kadarız. Soralım kendimize ışığımızı, kendimize ve çevremize ne kadar yansıtıyoruz?
Farkındalık her türlü değişimin başlangıç noktasıdır. Görüyoruz; ama dikkatli bakıyor muyuz? Duyuyoruz; lakin ne kadar dikkatli anlamlandırıyoruz? Benliğin farkındalığı önemlidir. Çünkü bu bizim kim olduğumuzu anlamamıza ve geliştirmiş olabileceğimiz her türlü sağlıksız kalıbı tespit etmemize; nerede olduğumuza, nereye gitmek istediğimize yardımcı olur. Sıkı sıkıya sarıldığımız olumsuz kalıpları anlayarak onları değiştirmek mümkündür. Farkındalık gerekir; bir şeylerin ters gittiğinin, nereden gelip; nerede olduğumuzun ve nereye gittiğimizin farkında değilsek; onu değiştirmeyi düşünemeyiz. Kendimizin farkında olmalı; görmekle kalmamalı, dikkatle bakmalıyız…Bakmak; görmek değildir. Dikkatli bakmamız ve kendimizin farkında olmamız için kendimize algılarımız; düşünce ve duygularımızla ilgili sorular sormamız gerekir. Ne kokluyorum? Ne tadıyorum? Neye dokunuyorum? Ve ardından Ne düşünüyorum? Ne hissediyorum? Evet duyularla gelen düşünceler; gerçeklik yaratılışının kilit unsurudur. Farkındalık, tüm gerçeklik yaratılışı girişimlerinin başlangıç noktasıdır. Temelini önce kendi sessizliğimizi dinlememizden alır.
Gece ve gündüz, dilediğiniz bir anda kendinize şu soruları sorabilirsiniz? Ne görüyorum? Ne duyuyorum?
“Başlamak için muhteşem olmanız gerekmiyor; ama muhteşem olmanız için başlamanız gerekiyor.” Zig Ziglar
Kızılderililer trene bindirilip götürülürken; tren hızla yol alıyor. Ve Şef “Bir dakika durdurun treni” diyor…Ve tren duruyor…İnerek trenden ve 15-20 dakika sessizce kendini dinliyor. Sonra trene geri döndüğünde “Neden? Ne oldu?” Sorularına karşılık “ Ruhumun bedenimi yakalamasını bekledim?” diyor.
Chuck Palahnuık der ki “Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar.”
Evet; “Ruhumuzun bedenimizi yakalamasını bekleyelim.”
Burada şu soruları sormak lazım; Gün hızlı döngüde gerek özel gerek mesleki hayatımızda beş duyumuzla mı hareket ediyoruz; yoksa işin içine kalbimizi de katıyor muyuz? Burada beşer sıfatıyla mı yaşıyoruz? Veya İnsan OLmak yolunda mı yol alıyoruz? Okuyor muyuz? Mış gibi mi yapıyoruz? Gülümsüyor muyuz? Mış gibi mi yapıyoruz? Yardım ediyor muyuz? Mış gibi mi yapıyoruz? Yoksa yapmamız gerekenleri bahanelerimizin arkasında yok mu ediyoruz? Bahanelere mi sığınıyoruz? Yoksa bahanelere rağmen yol mu alıyoruz?
Kaynak bizim içimizde; kaynaklı düşünebilme becerimizde… Yaptığımız işe inanmakta… İnanmadığımız bir işi nasıl eyleme dökebiliriz?
Evet hayal, amaç, hedef, karar, tutku, azim, cesaret, bilgi, inanmak, sevgi, aşk, şefkat, vicdan, gelişim, üretmek, duygularımızın yönetimi, dürüstlük, farklı düşünebilmek; farklı açılardan görebilmek, sorgulayabilmek tüm bu süreç bizim içimizde…
Ve sormak lazım kendimize;
- Bilgimle ne yapabilirim?
- Yeteneğimi nasıl kullanabilirim?
- Tecrübelerimi nasıl kullanabilirim?
- Çevremdeki insanlardan nasıl destek alabilirim?
Richard Bandler der ki “Hayatta asıl farkı yaratan sizin ne kaynağa sahip olduğunuz değil; kaynaklarınızı kullanabilme becerisine sahip olduğunuzdur…”
Ve Mevlâna bu konuyla ilgili der ki;
“Gördüğünüz her şeyin görünmeyen dünyaya uzanan kökleri var…
Şekiller değişebilir, ama özü aynı kalır.
Her harika manzara kaybolacak;
Her güzel söz yok olacak;
Ama cesaretiniz kırılmasın,
Onların geldiği kaynak sonsuzdur, büyür, yayılır,
Yeni bir yaşam ve yeni mutluluklar dağıtır…
Neden ağlarız?
Kaynak sizin içinizde
Ve bu dünya o kaynaktan doğuyor.”
Bir gün içinde bulunduğumuz yaşam yolculuğunda görevimizi tamamlayacağız… Aşkın bu yolculuğu; Aşka kavuştuğunda, bizi hatırlatan mermer taşımızda doğum tarihimiz ve ölüm tarihimiz yazacak; arada bir kısa tire çizgisi… İşte hayatımız o kısa tire çizgisi kadar … Geriye sadece hissettirdiklerimiz kalıyor. En büyük eseriniz Siz’siniz… En büyük eserimiz kendimize ve bütüne kattıklarımız… Her ölüm bir göçtür aslında… Biz göçümüzü gerçekleştirdiğimizde; dünyada ismimizin geçtiğinde, ismimiz hangi yürekleri ısıtacak…Isıttığımız kadarız…
“Kendini yontmayı unutma’ der Zeus. Kendi kabuğunu kendin soyabilirsin, kendi özgürlüğünü kendin dışarı çıkartabilirsin… İnsan biraz da kendi emeğidir!”
Yaşamın en kalıcı ve en acil sorusu
“ Sen kendin ve diğerleri için ne yapıyorsun?”
Varoluşta önemli olan var OLmak değil; ne katkı yaptığındır, yaptığın katkıda fark yaratmaktır. Yaptığımız her şey var oluş amacımıza hizmet ediyor. Var oluş amacımız ve hayatı nasıl anlamlandırdığımız; tüm yaşamımıza yansıyor.
“Gemiler limanda güvendedir; zira yapılış amaçları bu değildir…” İnsanız nefes almak mı amacımız? Sadece yemek; içmek mi? Sorgulamak lazım… Yunan filozofu Sokrates’in dediği gibi “esasen sorgulanmamış bir hayat yaşanılmaya değer değildir”.
Amaçsız yaşamaz insan. Hep bir şeylere ulaşmaya, bir şeyleri elde etmeye çalışır durur. Hep bir arayışta, bireylerin peşinde bulur kendini. Çoğu zaman sorgulamaz bile hedeflerini. Elde edeceği şeylerin kendisine neler getirip; ondan neler götüreceğini. Çevresel faktörlerin etkisinde kalır. Toplumda belirlenmiş olan idealleri benimser. Kendine fayda sağlayıp sağlamayacağına bakmadan sayısız şeyi merak eder de hayatı boyunca “Neden var oldum? Ya da “Varlığımın bir amacı var mı?” diye sormaz kendine. Öyle ya kaçımız sorgulamışızdır hayatı? “Kimim ben? Neden varım? Varlığımın sonsuz olmadığını biliyorum bu dünyada, peki?” Gibi pek çok soruyu sormadan kendimize göçer gideriz bu hayattan. Aslında insan için daha önemli bir soru var mı hayatta?
Var oluşumuzda var; kabul görme duygusu, Ait olma-birey olma dengesi, umursanma, değerli olma, güçlü olma, sevgiye layık olma ihtiyacı, tercih edilen olmak… Tüm bu ihtiyaçların karşılanması; psikolojik ve fizyolojik sağlığımızla yakından ilgili… Ve bu ihtiyaçların etkin bir şekilde doyuma ulaşabilmesi için markamızı yönetmemiz gerekiyor…
Burada iki temel bakış açısı devreye giriyor;
- Öncelikle bireysel dönüşüm
- “Ben biz olduğumuz zaman Ben’im “ bilinci…
Öncelikle bireysel dönüşüm
İçinize ne kadar çok ışık girmesine izin verirseniz; yaşadığınız dünyada o kadar parlak olur…
Her şey öncelikle seninle başlıyor… Işığın girmesini istemek; izin vermek, ışığın sizi aydınlatması gerekiyor ki o ışık çevrenizi de aydınlatsın…
Öncelikle sizin kendinize inanmanız önemli… Siz kendinize inanmazsanız kimin size inanmasını bekleyebilirsiniz ki… Siz kendinizi sevmezseniz; kimin sizi sevmesini bekleyebilirsiniz ki? Ve kendisini sevemeyen; bir başkasını nasıl sevebilir… Kendinizde olmayan bir duyguyu bir başkasına nasıl verebilirsiniz? Burada demeliyim ki; ego demek “ben” demek. Egonuz yürekten yukarıda olursa gaddar olursunuz; yürekten aşağı olursa köle olursunuz. Yürek kadar egoyla önce kendimizi sevelim…
Doğuştan hepimiz marka doğuyoruz… Eşsiziz; farklıyız… Büyüdükçe farklılığımızı yitiriyoruz. Kişisel markanız sizi kanatlandırır…
Başarılı bir kariyer için çok çalışmak yeterli değil; başarının yolu kendimizi bir “çalışan” olarak değil bir “marka” olarak görüp, bir proje gibi düşünüp, kendimizle ilgili algıları yönetmekten geçiyor… Kişisel markanızı yaratmak farklılaşmakla, işinize değer katmakla ve insanların sizi nasıl algılayacağını yönetmekle mümkün.
“Akıntıya kapılan kıyıya yürür sanır” der. Fuzuli
Evet kendimizi algıya bırakmak değil; algıyı yönetmek lazım… Algı yönetimi etki yaratma departmanıdır.
Ve yine minik bir hikayede yer aldığı gibi; çocuk inşaatın önünden geçerken üç duvar örme ustası ile karşılaşır.
“ Ne yapıyorsunuz” diye sorar?
- Usta “Harç karıyorum” der
- Usta “Duvarı örmeye devam ediyorum” der
- Usta “Gökdelen inşa ediyoruz” diye cevap verir. Buradan da anlaşılacağı gibi yaptığımız işe değer katarak, insanlara yaptığımız işi veya yarattığımız markanız daha kolay algılatabilirsiniz…
devam edecek…