Eşyalar ve insanlar

Eşyalar ve insanlar arasındaki ilişki pek karmaşıktır. Yıllar önce “Her şey enerjidir” diye okumuştum bir kitapta. Bu ilişki her dikkatimi çektiğinde bu yazıyı da hatırlarım. Mesela; orta okulda o sıralar çok moda olan bir çift beyaz naylon çizmem vardı. İçi miflon kaplıydı ve Ankara’nın soğuk kış günlerinde muazzam sıcak bir konfor sağlardı yürümeye pek meraklı sahibine. Muhtemelen annem bana onları aldığına sonradan çok pişman olmuştu zira neredeyse paralanana kadar giydim o çizmeleri. Nihayetinde içim kan ağlayarak vaz geçmeme sebep de yerine gelen yeniler değil ne kadar yıprandıklarına dair eriştiğim farkındalıktı.

Eşyalar ve insanlar

Benimle çizmelerim konusunda kıyasıya mücadele eden annem de benden farklı değildi aslında. Onun da tutkun olduğu eşyaları yok değildi. Ufak mavi renkli ve merdaneli çamaşır makinesinin hepimizin hafızasında ayrı bir yeri bulunur. Bu, o devasa merdaneliler ile yeni çıkan otomatikler arasında bir nevi köprü vazifesi gören bir aletti fakat köprüyü geçmek çok uzun sürdü. Annem bir kovadan hallice makinesinde bir dönem haftanın her günü bıkmadan çamaşır yıkadı durdu. Gürültüsü, suyunu doldurması boşaltması bir tarafa işten gelen bir kadına yüklediği yorgunluk da cabasıydı. Bütün bunlara rağmen babam yeni çıkan otomatik çamaşır makinelerinden bahsettiğinde şiddetle karşı çıkmıştı.  Neticede bir hafta sonu gerçekleşen sessiz ve etkili bir operasyonla evimize girmeyi başaran makineyi kerhen kabullenmek zorunda kaldı. Ama uzunca bir müddet o küçük kovanın daha güzel çamaşır yıkadığını söyledi durdu.

Aslında bu nokta tam da anneannemin sadece gövdesi kaldığından yıllarca yazlıkta elektrikli kazan gibi kullandığı, ayrıca yürüme becerisine sahip merdanelisinden bahsedeceğim nokta… bunu size yapmayacağım… geçiyorum…

Elbette sevildiği gibi sevilmeyen eşyalar da olabiliyor. Siz sevseniz bile başka birine süper itici gelebiliyor bazıları. Tıpkı benim Buda heykelim gibi… Yaş günümde liseden kız arkadaşlarımın hediye ettiği irice, gözleri yumulu, gülümseyen bir surata ve kocaman bir göbeğe sahip oturan bir Buda. Görür görmez bayılmıştım. Hatta rivayet oydu ki; göbeğini okşarken tutulan dilekler yerine geliyormuş! Elbette tüm kızlar toplandığımız masanın etrafında denemesini de yapmıştık. (Fotoğrafı bile var da nerede bilemiyorum.) Sonrasında güle oynaya getirip yatak odasının en müstesna yerine koyduğum heykelim, diğer sakininin yani kız kardeşimin ödünü patlatınca maalesef salona tayin etmek zorunda kalmıştık. Ama ben kendisine sadakatimi hiç kaybetmedim. Evlenirken yanımda götürdüm, evimin her köşesinde ağırladım. Yeri geldi kitaplıkta konakladı, yeri geldi kapılar cereyana kapılmasın diye önlerinde. Sonra bir gün sessizce kayboldu, devrini tamamladı her halde.

Her şey enerjidir, çoğunlukla kendini doğrulayan bir saptama. Ben de her şeyin bir enerjisi olduğuna inanırım. Bazen içten, doğasından ya da yaradılışından gelen bazense dışarıdan yüklenilen ya da atfedilen… Bu sebeple de her şekilde dikkatle yönlendirilmesi ya da yönlenmesi gereken… Bir ara bilirkişilik yapmıştım, suça konu ya da delil olduğu için toplatılan eşyanın yaydığı enerjinin ne kadar rahatsız edici olduğunu hâlâ hatırlarım.

Bana kalırsa enerji ve görünüş arasında da sağlam bir etkileşim var. Kimi kez enerji sağaltıp, güzelleştiriyor kimi kez görünüş enerjiyi belirliyor. Canlılar açısından bu dönüşüm-dolaşım daha anlaşılabilirken eşyalara gelindiğinde işe biraz da gizem karışıyor.  Üreten mi kullanan mı daha etkin oluyor acaba? Üretenin ya da tasarlayanın etkisi yoksa bir ürünün bazen sadece görünüşüyle diğerlerinden daha fazla tercih edilmesi nasıl açıklanır? Peki ya aynı malzemenin farklı kişilerin kullanımında kazandıkları farklı çehreler?

Bir vakitler maskottan biraz büyük, patlak gözlü, dağınık, uzun ve keçe saçlı çirkin suratlı bez bebekler vardı. Hatırlayanınız olmuştur muhakkak. Benimkinin saçları sarı, elbisesi pembeydi ve eşimin çıktığı her riskli seyahatte bavuluna atmayı âdet edinmiştim. Tüm çirkinliğine rağmen sevimli ve güven verici gelirdi bana.

Bir eşyanın fonksiyonu kadar ona atfedilen de önemli. Babamın bir gömleği vardı. Yılda iki kez sırtına geçirirdi. Birincisi tatile giderken, ikincisi tatilden dönerken. Ömrü boyunca pek çok araba değiştirdi ama her yaz aynı gömlekle teker döndürdü. Derken bir yaz bitimi sırtından çıkarttı attı otuz yıllık yoldaşını ve: “Bu tamam artık,” dedi. Öyle kararlı bir hareketti ki yaptığı; itiraz etmeye ya da etmemeye fırsat dahi bulamadık biz oradakiler. Ama “cız” eden o yer hâlâ içimde bir köşede saklı durur. Zira önce gömlek gitti sonra babam.

Başta da söylediğim gibi; eşyalar ve insanlar arasındaki ilişki pek karmaşıktır ve her şey enerjidir.

 

Özlem Pekcan

Yazar

Benzer yazılar

2 Yorum

  1. Özlem Pekcan

    Murat Bey ne güzel bir ifade “varlık hakkı”. Gerçekten herkesin ve her şeyin “varlık hakkı” var. Eşyalarımızı gerektiği gibi kullanmak da günü geldiğinde onları hoşça uğurlamak da bu hakka giriyor sanırım. Yaşadığımız günlerde haklar konusunda duyarsızlık ve umarsızlık öyle yükseldi ki “varlık hakkı” başkalarınınkini yok edici biçimde kullanılmaya başladı. Belki bu yüzden kolayca katlediliyor hayatlar, talan ediliyor varlıklar. Biz yine de bağlarımızı korumaya özen gösterelim ve dolan vadelere saygı göstererek vedalaşmayı bilelim.

    Yanıt
  2. Murat Tali - YY

    Sevgili Özlem Hocam,
    Eşyaların insandan daha değerli hale geldiği bu çağda, senin yazın bana şunu hatırlattı: aslında eşyanın da bir enerjisi, bir varlık hakkı var. İnsanla yan yana durduğunda onu tamamlayan, ona ayna tutan bir sessiz varoluş… Belki de bu yüzden bazı eşyalar sadece kullanılmaz; saklanır, korunur, hatırlanır. Çünkü onlar, bize sadece geçmişimizi değil, görünmeyen bağlarımızı da taşır. Senin satırların, bu görünmez bağı berrak bir şekilde görünür kılıyor.

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir