“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki tarafa…” Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi.
Belki de yanılıyordu Dickens. Aslında zaman o zaman değil bu zamandı, çağ o çağ değil bu çağdı, aydınlık ile karanlık, bahar ile kış, her şey ile hiçbir şey hepsi ama hepsi bu yüzyıla dairdi. Ve hepimiz doğruca cennete gidecektik ama kapısı açık bekleyen öteki taraftı.
Diğer yandan Dickens’ın yanılmamış olması da mümkün. Fransız İhtilali öncesi ülkede sürüp giden cehalet, açlık, sefalet buna mukabil saray ve aristokrasinin lüks ve zenginlik dolu yaşamı, toprak eker gibi zamana fikir eken düşünürler, hepsi ama hepsinin çağı o çağdı. İhtilal sonrası gücü ele geçirenlerin aristokratlar kadar zalimleştikleri, boşalttıkları hapishaneleri asillerle doldurup hepsini giyotinle cennet (ya da kuvvetle muhtemel cehennem) kapılarına dizdikleri zaman da o zamandı.
Fakat bir dakika durun! Bütün öğreti ve inanışların birleştiği bazı ortak noktalar geldi şimdi de aklıma. Hepsini değil ama hatırladığım birkaçını şuraya aktarıvereyim:
- Öldürme
- Çalma
- Yalan söyleme
- Hak yeme
- Ahlaksızlık etme
Tersinden okursak:
- Yaşat
- Dürüst ol
- Doğru söyle
- Adaletli davran
- Ahlaklı ol
İnsan olmanın evrensel kurallarını dikkate aldığımızda bu başlıkları genişletebilir, sayfalar dolu metinler yazabiliriz. Mesela diyebiliriz ki; öldürmek hem suç hem günahtır. Yaşam hakkı kutsaldır. Sadece kendimizinkini değil diğer canlılarınkini de korumak şarttır. Devam edelim: Tüm inanç ve ahlak kurallarında hırsızlık etmek, yalan söylemek, hak yemek lanetlenmiş eylemlerden olup başkalarının malına, mülküne, eşine, namusuna, hakkına göz dikmek de cezalandırılması gereken suçlardandır…
Daha neler neler yazılır yazılmasına da işin özünde esas son derece basit ve sade değil mi? Çalmayacaksın işte, dürüst olacaksın, kimseye haksızlık etmeyeceksin vs. İyi de çağlar boyu tüm savaşlar, isyanlar, karışıklıklar bu sebeplerden dolayı çıkmadı mı? Çalmaktan çırpmaktan, hak edilmemiş mallara, varlıklara, topraklara göz dikmekten, akla hayale sığmaz sapkınlıklardan, ahlaksızlıklardan… Hâlâ da benzer nedenlerle devam etmiyor mu?
Peki bu hengâmede yaşatanlar, dürüst, adaletli ve ahlaklı davrananlar yok muydu? Bana kalırsa vardı ve hâlâ var. Hatta dünya onların yüzü suyu hürmetine yörüngesinde dönmekte. Üstelik sanıldığının aksine daha geniş ve yaygın bir kitle oldukları kanaatindeyim. Sorun şu ki; yanlış, kötü ya da olumsuz (her ne diyorsanız) daha çabuk organize oluyor, kendisine daha kolay yoldaş buluyor ve suç ortaklığı kurallarını işletmeye başlıyor.
Doğru, iyi ya da olumlu ise özündeki dinamikler nedeniyle eyleme geçerken tereddüt etmiyor ama iş birliği yaparken daha temkinli ve ağır davranıyor. O nedenle de gücünü ve varlığını kötülük kadar yaygın hissettiremiyor. Bu açıdan baktığımızda iyilik kötülükten daha geçimsiz görünüyor.
Bir de her şeyin iki yüzü ve iki tarafı olduğu gerçeğini es geçmeyelim. İsteklerini iyilik ya da kötülükle, doğru ya da yalanla, ahlak ya da ahlaksızlıkla ama bir şekilde elde edenler açısından zaman daima iyi, mevsim de hep bahar olabiliyor. Kısacası dünyevi düzlemde aydınlık ya da karanlık eylemlerinizden ziyade statünüze, konumunuza ya da elde ettiğiniz varlığa göre değişebiliyor. Hem nasılsa cennet ve cehennem diğer tarafın meselesi! Ah insan evladı, ah!
Anlaşılan o ki; insanlığın tüm çağları Dickens’ın anlattığı gibi gelip geçmiş. Ufukta beliren gelecek de farklı gözükmüyor. Ta ki; dünü dünde bırakıp bugünden iyi şeyler yapmayı akledinceye kadar.
Şahsen ben geçinilebilir bir kötü olmaktansa, geçinilmez bir iyi olmayı tercih ederim her zaman. 😊