-Komşu komşu huu, oğlun geldi mi?
-Geldi.
-Ne getirdi?
-Şehit, cenaze.
-Kime kime?
-Sana bana
-Daha kime?
-Kara kediye.
-Kara kedi nerde?
-Mecliste.
-Meclis nerde?
-Uçak vurdu.
-Uçak nerde?
-Sınırda düştü
-Sınır nerde?
-Ortadoğu’da.
-Ortadoğu nerde?
-Yandı bitti kül oldu…
Ne o? Çok saçma değil mi? Kesinlikle öyle. Mantıksızlığın içinde mantık araman, ancak bulamaman için yazdım zaten. Ama sen yine de neden bahsettiğimi anlar gibi oldun. Çünkü beyninin içi de son yıllardır tıpkı bu şekilde işliyor, işletiliyor. Günceli yakından takip etmek, özellikle bu zamanda düşüncelerini ve hislerini bir kördüğüm haline getiriyor. Her gün haberleri izliyorsun. Her spesifik olay için ayrıca mantık yürütüyorsun, haklısın da. Ancak olaylar yekünde asla seni sonuca götürmüyor, yalnızca kördüğüme bir düğüm daha ekleniyor. Anlaman gereken şu ki: Politika mantık veya vicdan ile işlemiyor. Politika yalnızca küresel planlarla işliyor. Algı yönetimleri tam da bunun için var.
Şu an içinde bulunduğumuz durumun temelleri çok çok önceden atıldı sevgili aydın dostum. Sene 1946: Atatürk zamanında okullarda okutulan o kalın tarih kitaplarının içleri boşaltılarak her biri, içinde skor tabelası barındıran birer savaş mecmuası haline getirilmeye başlandı. Eğitimdeki bu geri hareket sene 1976’da tam anlamı ile amacına ulaştı. İbrahim Kafesoğlu’nun hazırladığı tarih kitaplarının tümü, Türk-İslam sentezci mantıkla hazırlandı. Bu tarih kitaplarında, her daim Türklerin savaşlarda kazandıkları başarılardan, ele geçirdikleri kalelerden ve öldürdükleri düşmanlardan bahsedilir oldu. Üstüne üstlük tüm fetihlerin ve savaşların İslam ve Allah adına yapıldığı da vurgulandı. Doğal olarak 1950 sonrasında yetişen birçok öğretmen derslerinde, Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nda atının kuyruğunu nasıl bağladığından girip İstanbul’un fethi sırasında Ulubatlı Hasan’ın bayrağı surlara nasıl diktiğinden çıkıyorlardı. Osmanlı’nın fetihleriyle övünmek milliyetçiliğin yeni hali olmuştu. İslam öncesi Türk devletleri birkaç paragrafla geçiştirilerek, Türk sanatından, Türk biliminden mümkün olduğunca bahsetmeyerek, dindar ve kindar bir nesil ağır ateşte, özenle oluşturuldu. Bu durumun ana nedeni, Atatürk sonrasında oluşan sessiz karşı devrimdi. Türklerin uygarlığa, insanlığa katkıları fark ettirmeden kitaplardan çıkartıldığında günümüzün nefret dolu Türkiye’si ortaya çıktı işte. Yavaş yavaş içi boşaltılmış, apolitik bir ulus var karşımızda. Atatürkçülük kavramının da ya komünizm propagandası ile ya da din propagandası ile özü bozulduğunda Siyasal İslam’ın önü tamamen açıldı. Felsefe ve psikoloji dersleri yıldan yıla mümkün mertebe azaltıldı. Çünkü ülkemizde düşünen ve hislerini kontrol eden bireyler istenmiyordu. Ezberci, ateşli biat edenler arzulanan millet modeliydi. O zaman kolayca diyebilirim ki; bu ters devrimle tam da Batı merkezli tarih anlayışının ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Siyasal İslamın asla gerçek İslam ruhu ile ilgisi yoktu. Siyasal İslam, Milliyetçiliğin yerini ümmetçiliğin almasıydı. Bu nedenle ‘gururlu Osmanlı Torunu’ olma fikri en ateşli hali ile halka yedirildi. Halk, özünü unuttu. Hâlbuki Osmanlı Devleti İslam ile var olan öncü kökümüz değildir. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ne de çabuk unutuldu değil mi? Unutuldu, çünkü olay hiçbir zaman milletin bütünlüğü olmadı… Olsaydı, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin ibaresi politikacıların dilinden düşmezdi.
Demem o ki: Güncel olaylar, hiçbir zaman mantığın ile uyuşmayacak. Bunu asla bekleme. Bir mozaik olan ülkemiz şimdilerde ancak bir kördüğüm halindeyken idare edebiliyor. Çamur, başka bir çamurla örtülerek her yeni çamur katmanında bir kez daha kutuplaşmamız sağlanıyor.
Aslında kimileri içten içe gerçeği biliyor. Onlar yalnızca çıkarlarına uygunluk doğrultusunda hareket ediyorlar, o kadar. Halk şimdilerde sanki gönüllü körlük durumu yaşıyor… Bilmiyor, bileni de cehaletinin odun sopasıyla dövmeye çalışıyor. Barbar Türk rolünü ne de güzel sahiplendiler değil mi?
Peki ne mi yapacağız?
Atatürk’ün uyguladığı gibi: Ufku görmeye çalışmayacağız. Her daim ufkun ötesine bakacağız. Önce bir soluklanacağız. En azından önce kendi içimizde kavga etmemeyi öğreneceğiz. Şahsen zihni tamamen kapalı kesime hitap etmeye çalışmayacağım artık. Çünkü bunun imkansız olduğunun bilincindeyim. Bu nedenle benim gibi olanların akıl sağlığına yoğunlaşarak. Ufkun ötesine onlarla bakmaya çalışarak yoluma devam ediyorum. Sinirlenmemeye çalışarak, anlamsızlıklardan sıyrılarak birkaç sene ötesine odaklanarak yaşıyorum.
Umudunu yitirme sakın. Aslında iyi şeyler de oluyor. Atatürk bizi birleştirmeye devam ediyor. Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin bizleri Zübeyde Hanım ile selamlıyor. Bu bir savaş değil. Bu bir döngü, bir süreç… Yolda ayrışmamak, daha fazla kaybolmamak için sakin, sabırlı ve sağlam durmak şart. Ben gençlere sistemi anlatmak amacı ile fantastik kitaplar yazma görevini üstlendim. İsmi Irklar Akademisi. İtiraf ediyorum fantastik romanım bile günümüz Türkiye’sinden daha fantastik değil, ancak daha anlaşılır. Şaka bir yana: Madem umudumuz gençler, öyleyse onlara düşünmeyi ve sorgulamayı unutturmamak amacı ile hepimiz çaba harcayacağız.
Bunun dışında yeniden eski değerleri hatırlamak, ufkun ötesini yakalamak için Atatürk’ün köken araştırmalarını baz alan bir de polisiye araştırma romanı yazdım. Açıkçası bu zamanda biraz cesaret isteyen bir çalışmaydı. Ancak elimi taşın altına soktum. Bu çalışmamın da ismi A-Rİ. Yakında adını sıkça duymaya başlayacaksınız. Tüm çalışmalarım gelecek için… Oturup sinirlenmiyorum. Çalışıyorum, hem de çok… Kördüğüm yok…
İpler benim elimde…
Ve ipler senin elinde…
Komşu komşu huuu…