İnsan sevmediği bir yaşam biçimini, ancak “mecburiyet hissiyle” devam ettirebilir.
Mecburiyet, insanın kendisine söylediği en kolay yalanlardan biridir. Çünkü bu hayatta hür irade varsa mecburiyet diye bir şey yoktur. Çünkü bu hayatta kader varsa başına geleni mecburiyet diye adlandırmak ona saçma bir etiket yapıştırmaktan ibarettir. Çünkü bu hayatta geçicilik varsa mecburiyet başta olmak üzere kalıcı herhangi bir hal yoktur.
Örneğin insan, “çocuğuna bakmaya mecbur olduğunu” söylediğinde aslında söylediği şey şudur: Benim “bu mecburiyet” dışında bir seçeneğim yok. Oysa seçenekler muhtelif… Misal, olumsuz taraftan bakarsanız, çocuğuna bakmayan anne-babalar var, hatta ona eziyet eden, istismar eden anne-babalar var, onunla hiç ilgilenmeyen, sokağa bırakanlar var. Olumlu tarafından bakarsanız onu şefkatli bir bakıcıya, nineye vs. emanet edenler var, yuvada bakılmasını sağlayanlar var. Ya da çocuğuna zor koşullarda kol kanat gerip bunu mecburiyet değil “mutluluk” olarak gören ve ifade edenler var.
Örneğin insan, “çocuğuna bakmaya mecbur olduğunu” söylediğinde aslında söylediği şey şudur: “başıma geleni kötü kader, kör talih olarak görüyor ve hayatı yargılıyorum.” Durum buysa hayatın kendisini değil yargılarınızı yaşayacaksınız; size başka ne söylenebilir…
İnsan kendisini, “mecbur” ya da “gönüllü” hissetmeyi seçerek o ya da bu yoldan yürüyebilir. Seçimi yapan kendisi ise mecburiyet de gerçek değil demektir.
“Ben bir şeye mecburum” demek, başka yolları denemeye henüz hazır değilim ya da buna korkuyorum demektir. “Ben bir şeye mecburum” demek, ben değişmek istemiyorum demektir. Mecburum demek, kendini seçeneksiz bırakmak ve zehirlemektir.
Bunu kendine yapma bana sorarsan. Zira insan kendisi için hayatında her neye adım atmak istese, enerjiye ve içsel güce ihtiyacı olacaktır. O halde kendini güçsüz düşürme.
Peki insan korkularından nasıl kurtulur ve içsel gücünü nasıl geri kazanır?
İnsan cesarete ve hayata güven duygusuna yatırım yaparak korkularından kurtulur. Cesaret ve güven de aynen bir kas gibi çalıştırıldıkça gelişir. İnsan, aldığı her cesur karar, attığı her cesur adım ile biraz daha cesur olur.
İnsan risk alabilme kapasitesine yatırım yaparak ve kaybetmekle barışarak korkularından kurtulur… Hayatın kayıp ve kazanç arasında salınıp durduğunun ve bunun iyi ya da kötü değil sadece böyle olduğunun farkına vararak…
İnsan korkularını nasıl yarattığını fark ederek ve onları işlevsiz bırakarak onlardan kurtulur… Korktuğunda, korkusuyla kalarak ve korkusunun kendisine ne söylediğini duyarak… Korkusuna da kendisine de şefkat göstererek…
Güvenlik ihtiyacı, korkmayı öğrenmiş herkesin en temel ihtiyacı; bunda yanlış bir şey yok. Bu ihtiyaç baskın ise muhtemelen hayata ve kendine “güven” duygusu açlığın var demektir. Bu açlığı gör ve bundan özgürleş diye korkarak ve mecburiyet hissiyle yaşıyorsun muhtemelen. Bu duyguyu her fark ettiğinde, kendinden, hayattan ya da koşullardan yakınmak yerine (ki bu seni güçsüz bırakıyor) “hayata ve kendime güven duymayı seçiyorum” diyebilirsin. Sonra da o seçiminin gereğini – küçük ya da büyük – yapmayı deneyebilirsin. Harekette korku barınamaz ne de olsa.
Güvence arayışı, korkmayı öğrenmiş herkesin en temel ihtiyacı; bunda yanlış bir şey yok. İş ki insan, bu ihtiyaca takılıp daha soylu ihtiyaçlarını (sevgi, özgürlük, özgünlük, şefkat, paylaşım, cömertlik vs.) göz ardı etmesin. İş ki insan, bu ihtiyaca takılıp kalbindeki dingin sükûtu ve memnuniyeti kaybetmesin.
İnsan kalbinde kendisi ve Dünyası ile barış içinde yaşıyorsa olup bitenin öyle ya da böyle oluyor olmasıyla kavga etmez. Sadece tüm bunlar oluyorken bende ne oluyor diye gözlemler ve durumu sakin bir kafayla sorgular. Seviyorum-sevmiyorum ya da istiyorum-istemiyorum türü yargılarla kendini olumsuz duygu tuzaklarına atmaz. “Sistemin kölesi” filan gibi etiketlerle durumu kendisi için daha da zorlaştırmaz.
Ayrıca hiç kimse hayatını kökten bir sıçramayla değiştirmek zorunda değil. İnsan hayatını bulunduğu yerden başlayarak mutedil ve ölçülü adımlarla da değiştirebilir. Kendine bir plan hazırlayıp biraz zaman yaratabilir. Arada geçen süre de böylece geçici bir dönem olarak tanımlandığı ve yeni hayatını inşa etmek için lazım olduğu için o süre zarfında koşullar hala aynı olsa da insan, memnuniyet halini koruyabilir.
Son olarak insan, bir şahsiyetin hazin hikayesini yaşıyor olmayı bırakıp da bir adım geriye çekilerek o şahsiyetin hikayesini, hayatını izleyen olma noktasından bakabilirse o mecburum dediği durum, belki eğlenceli bile görünebilir.
Bakabilir misin?