Hazret İnayet Han diyor ki; “O doğası gereği özgürdür ve tutsaklığı süresince özgürlüğünü arar… Hayatın yegâne amacı ruhun özgürlüğüdür.”
Demek ki ruhun inkişafı, açılımı; ruh her neyin tohumu olarak varlık bulmuş ise o tohumun tüm yolculuğunu tamamlayıp – görünüşüyle, tadıyla, balıyla, kokusuyla, özünün güzelliğiyle, aleme hediyesini – çiçeğini vermesi ve bire bin veren yeni tohumlarla O Birin kim olduğunu tamlıkla, mutlulukla ve bütünsel bir tatmin ile hatırlamasıdır. Bu, zamanın teferruat olduğu uçsuz bucaksız bir zamansızlıkta neredeyse kaçınılmaz bir kaderdir. Çünkü tüm tecelli bunun içindir. O böyle dilemişse O’nun dilediği her şey elbette O’nun dilediği gibi olur.
Hazret İnayet Han şunu da ekliyor; “Tecelliden önce ne vardı? Varlığın özü olan Zat… Ehadiyet. Biçimsiz, suretsiz, hiçbir şey olarak.”
Ruha dair
Buddha “Shunyata” diyor ona; “boşluk”. Çarkın, tekerleğin merkezindeki boşluk. Yaratıcı yalnızca O’dur ve Yüce Kur’an “hepiniz O’na döndürüleceksiniz.” Der. Lao Tzu Tao demiş O’na ve eklemiş; “kendisine ad verilebilen bir Tao, Tao değildir.” Belki de o yüzden sessizliği de pek severmiş. Çünkü “O” hakkında konuşulabilir bir “şey” değildir. Bir isimle, şekille, suretle sınırlandırılamaz. Ama dilediğince sınırlar var etmek de olası tüm sınırlar da O’nun sınırsızlığının bir parçası ve uzantısıdır. Sınırsızlığa sınır koymak O’ndan başka kimin haddine?
O bir yanıyla hiçbir şeydir, mutlaktır, “Ehad”dir ve diğer yanıyla da her şeydir, tüm tecellidir, tüm sınırlardır, harekettir ve daimî dönüşümdür, “Vahdet”tir. O hem sıfırdır hem birdir hem de tüm sayılardır ve bu matematiğin örüntüsü ile var olan tüm sanattır.
O insana nefesinden lütfetmiştir. O halde insan da dilediği gerçekliği – ama zaman, kader çizgisi üzerinde ve ektiğini biçme kuralına tabi olarak O’nun izni ve lütfu ile yaratır. Bu izin insana bahşedilmiştir. İnsan da kendi ışık – gölge oyununu var eder. Niyetiyle, nefesiyle, çabasıyla, iradesiyle değişik cevherlerden oluşan biçimleri titreşimler yasasıyla kendine çeker ve dilediği, çağırdığı her şeyi, kendi öznel gerçekliğinin gölgesi olarak önünde bulur.
İnsan dilerse sağlık dilerse hastalık, dilerse zenginlik dilerse yoksunluk çağırabilir. Hepsi tecellinin ikinci maksadının insanda gerçeğe dönmesi içindir. Hepsi de insanın kendi eliyledir ve kendi yanlış anlamalarından özgürleşmesi ve ışığını bulması, olgunlaşması içindir. Denilebilir ki dert, iman eksikliğinin tezahüründen ve deva o eksiğin giderilmesine vesile olmaktan öte bir şey değildir.
Her şey kaynağını özler, onu arar ve ona döner. Benden çıkan niyetler, sözler, eylemler – dua – da öyle. Hepsi benim tecellilerim olarak karşıma çıkarlar – beni, benden alıp öteye taşımak için. Peki, benden ötede ne vardır?
Hiçbir şey.
Son söz, sözü ilk söyleyenden, Hazret İnayet Han’dan gelsin;
“Ruhun ne doğumu ne ölümü ne başı ne sonu var. Ne günah ona dokunabilir ne erdem onu yüceltebilir. Ne bilgelik onu açabilir ne cehalet onu karartabilir. O hep vardı, hep de olacak.”
Bazen zamanın dışına çıkıp bir yerden bakmak gerek… Her şeyin başını ve sonunu aynı yerden görebilmek için. Bazı yazılar seni susturur çünkü içinden geçeni senden önce söylemiştir. Bu da onlardan biri…