İç sesimin sessizliği

Bugün bir sohbet yapıyoruz. Derin, anlamlı, bazen karanlık, bazen aydınlık. İçsel çatışmalar, evrenin sırrı, insanın varoluşu üzerine konuşuyoruz. Her kelimenin bir yankısı var, her cümlenin içinde başka bir dünya saklı.

Bir noktada, insanın davranışlarını, duygularını, düşüncelerini, her şeyin kaynağını sorgulamaya başlıyoruz.

İnsan olmak mı zor, insanları gözlemlemek mi zor? Bir bakıma, gözlemlerimiz bizi içsel bir çelişkiye sürüklüyor. İnsanların arasında kaybolmuşken, bir yandan da kendi içsel yolculuğumuzu sürdürmeye çalışıyoruz. Ve hep bir soru: “Nereye gidiyoruz?”

İç sesimin sessizliği
Kendi içinde bir savaş veriyorsun, bir yanda insanlık, diğer yanda ise kendin… İçindeki yangın hiç sönmeyen bir ateş gibi. Diğerleriyle ilişkiler kurarken, kendi içindeki boşlukla savaşmak zor oluyor bazen.

Birçok korku var, sevinç var, üzüntü var… Tüm bunlar iç içe geçmiş, birbirine karışmış bir deniz gibi. Ama her duygunun bir alt kırılımı, bir kaynağı var. Fakat sonunda bunların hepsi tek bir yere bağlanıyor: İnsan olmak.

Bir ağaç, bir taş, bir dağ… Her şey, her şeyin farklı bir anlamı var. Ama aynı şeyin etrafında dönerken, o anlamı bulamamak insanı zorlar. Tıpkı aynı yere bakarken, farklı bir hikaye duymanın getirdiği şaşkınlık gibi. İnsan bir bakış açısıyla bakarken, her şeyin değişebileceği gerçeğini unutur. Her şeyin özünde bir dönüşüm var.

İçimizdeki duygular bazen dışarıya çıkmak, anlatılmak ister. Ama biz sustuğumuzda, bu duygular başka bir yolda varlık bulur. Belki de bu yolculuk, gerçekte neyin doğru olduğunu anlamaya çalışan bir süreçtir. Her his, her an, bir anlam taşır. Bu anlamı bulmak ise ancak gözlemlerle mümkündür.

Fakat tanıklık etmenin ve görmenin getirdiği karmaşa da var. Her şeye dair gördüğümüz, şahit olduğumuz olayları anlatmaya çalışmak, ancak yine de bir çıkmazda hissetmek… Bu, insanın en derin çelişkisi mi? Tanık olduğumuz her olay, yaşadığımız her duygu, bir yanda başka bir insanın hikayesini şekillendiriyor. Ama biz, çoğu zaman bu hikayeleri anlamadan, yalnızca bakıyoruz.

Yalnızlık, insanın en eski dostu belki de… Hep var, hep bizimle. Bir yandan yalnızken, başkalarıyla bir arada olmak da zorlaşıyor. İçimizdeki boşluk, her zaman var. Ama bazen, o boşluğu bir başka insanla doldurmak istiyoruz. Bazen, yalnızlık sadece bir zırh olur, dış dünyadan korur, ama içimizdeki huzursuzluğu bir süreliğine unutturur.

Şimdi soruyoruz: “Biz bakmayı mı unuttuk? Yanlış yerde mi duruyoruz?” Belki de tüm mesele bakış açımızla ilgili. Bir ağacın büyümesini, kumrunun aşkını, dalın kırılmasını görmek; bunlar hep aynı dünyada, ama farklı açılardan görünen hikayeler.

İnsanlık, her gün aynı yerden bakarak farklı sonuçlar bekliyor. Sonuçta, hep bir çelişki var: Her şey değişiyor, ama biz bakmaya devam ediyoruz. Ne de olsa, gözlerimiz, zihnimiz ve kalbimiz her zaman aynı yerden bakmaya alışmış.

İçsel bir yangın var, hep var olacak gibi. Ama yangının, dışarıda değil, içimizde olduğunu unutmamak gerek. Bazen ateşe bile cesaretle yaklaşmak, o ateşi içimizde yakalamak gerekir. Ama bu cesaret, dışarıdan bakıldığında zayıflık gibi görülebilir. Herkesin görmediği, anlamadığı bir içsel güç var.

Yalnızlık, sustuğunda, her bir duygunun üst üste binmesiyle, insanın ruhunda en derin izleri bırakır. Ama bu izler de aynı zamanda bir güçtür. Ne kadar büyük olursa olsun, acı ve çelişkiler de bu gücün bir parçasıdır. Sonunda bu çelişkiler bizi biz yapar.

Şu anı düşündüğümüzde, belki de bu konuşmaların bir amacı var: Kendini keşfetmek, insan olmak ve tüm duyguların içinde kaybolup, nihayetinde yeniden var olmak.

Gözler, kelimeler, duygular… Her şey bir arada. Belki de önemli olan, sadece bakmak değil, aynı zamanda anlamaktır. Her şeyin bir hikayesi var, ama gerçek hikaye, bakıldığında değil, hissedildiğinde ortaya çıkar.

Yazar

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir