Korkmak bir duygu, korkak olmaksa bir dürtüdür… O zaman dürtü neymiş bakalım…
“Bedensel veya ruhsal dengenin değişmesi sonucu ortaya çıkan ve canlıyı türlü tepkilere sürükleyebilen içten gelen gerilim”
Evrenin başlangıcında sizce korku var mıydı? Tanrı dünyayı korkuyla yaratmış olsaydı bizler ucube varlıklar olmaz mıydık? Ya da şöyle sorayım. Tanrı dünyayı sevgiyle yaratmış olmasaydı bizler bu duyguyu nereden bilecektik? O zaman karşımıza iki durum çıkıyor. Sevgiden başka bir şey yoksa, korku onun zıt kutbu değil sadece illüzyon halidir. Sevgi tektir ve ondan başka bir şey her şey mahvolmaya mahkumdur. O zaman neden bizler korku illüzyonuna düşüyoruz? Algımızla bu kadar oynayacak kadar ve biz onu gerçek zannedecek kadar olaylar içinde kendimizi buluyorsak bizim buradan çıkmamız mümkün müdür? O zaman algımızla gerçekten oynanıyor olabilir mi? Dürtüler hale gelen duygular kasti olarak ekiliyor olabilir mi? Peki bunu yapan kimlerdir?
Algıyla Oynayan Yine Biziz
Tüm bunlar bizim kendi özümüzdeki sevgiden uzaklaşmamız sonucu içine düştüğümüz tuzaklardır. Farkındalık özde değil dışarıdaki gölgelerde olduğu için elbette sonuç korkaklar olarak yaşamlar sürmek anlamına geliyor. Dışarıdan kendi gölgelerimiz tarafından üzerimize salınan her korku, bizi bloke etme amaçlıdır. Bunlar da yine bizim tarafımızdan yaratılmıştır. Kendini hipnoza sokan ve bundan haberi olmayan dünyadaki tek yaşayan canlı insandır. Ruhuyla iletişimi kopan ve bundan da haberi olmayan oldukları gibi.
Hayvanlar alemine baktığınızda onlar doğaçlama olarak kendilerini yaşarlar ve dürtüleri sadece kendilerine aittir. Dışarıdan gelenlerle başkalaşmazlar. Örneğin bir kediyi ele alacak olursak; havada uçan bir kuş-sinek-hareket eden bir obje, yüksek bir yerden kendisinin düşerek ölme ihtimali bile olsa, onu yakalamaktan asla geri kalmaz. Ona “sakın bunu yapma, ölürsün” dediğinizi ve onun da bunu dinlediğini düşünün. İmkansız! O sadece kendidir, korkusuzdur ve bundan asla taviz vermez.
Dışarıda insanlık olarak yarattığımız korku şimdi bize saldıran karanlık bir enerji haline gelmiştir. Bunun yaratılmasında hepimizin sorumluluğu vardır. Dışımızda yarattığımız gerilim aslında içimizdekilerin yansımasıdır. En basit anlamıyla; sizin moraliniz bozuk olduğu zaman karşınızdaki kişinin neşeli enerjisini bile değiştirerek onu hemen hipnotik bir etkiyle karanlığın içine çekersiniz. İşte tam da burada durun. Bizim kendi karanlığımızla özümüzden uzak olduğumuz için yarattığımız bu davetsiz enerjiler kendi algılarımızı bir birimizin üzerinden “komşuda pişer bize de düşer” mantığıyla aynı çalışır. Ben karşımdakinin korkusunu kendimle özdeşleştirerek aslında ne kadar kendi özümden uzaklaşabiliyorum. Eğer bunu fark edebilirsem, korku bana ait olmaktan çıkar ve kendi içsel alanımda kendi özgünlüğümü yaşayabilirim. Bir daha bir korku duygusuyla kalırsanız lütfen kendinize şunu sorun. Bu bana mı ait? Eğer yine başa çıkamıyorsanız bu sefer de şunu söyleyin. “ Korku duygusu hakim oldu ve ben şimdi onu salıveriyorum.”
Kalple İletişime Geçmek
İçten gelen gerilimli dürtülerin zihnimize mi yoksa özümüze ait olup olmadığının ayırdına varabilmek için; kalbimizi tanımamız gerekiyor ki; bu, aslında yeni bir nitelendirme değildir. Korkuyla kapatılmış olan kalbimizi en iyi şekilde anlamak için onunla kopuk olan iletişime yeniden düzenleme yapmamız gerekiyor. Sezgi, bilme hali, ilham, hissetmek, öngörmek, vizyon diye anlamlandırdıklarımız aslında hepimizin doğuştan sahip olduğumuz kabiliyetlerimizdir. Ancak neden hemen hemen herkes neden bu vasıflarını görmezden gelmektedir? Hal böyle olunca sadece dürtülerimizle yaşamaya mahkum oluyoruz.
Korku eğer içten gelen bir dürtüyse bunun ayırdına varmamız bizi daha fazla farkındalığa getirebilir. Korkunun daraltan ve büzüştüren bir etkisi vardır. Eğer bunun farkında olursanız ve izin verirseniz sizi özünüze kadar ufaltır ve zanlarınızı parçalar. Bunun en derin anlamına bakacak olursak; eğer korku bir eylem, davranış, düşünce biçimindeyse ve sizi panik atak geliştirdiğiniz bir halde tutuyorsa yapmanız gereken tek şey bunun içinden nasıl çıkacağınızın düşüncesi yerine bunun sadece bir enerji olduğunu bilmek ve bunu hemen salıvermektir. “ Bu benim özüme ait değil. Korku enerjisinden çıkmaya izin veriyorum.” Bu kadar. Enerji o an hemen dönüşmeye başlayacaktır. Algınız anında değişecektir ve bu gerilimli dürtüyü parçalayacaktır. Sonuç: Kalp açılmaya başlayarak saf sevgi haline gelmeye başlarız.
Biz korkuyu orada tuttukça ve sahiplendikçe, o da zihinsel bilincin içinde davetsiz bir misafir olarak konuk olmaya devam edecektir. Bu da bizim evimize gelen bu davetliye bize öyle öğretildiği için harika ama sahte bir ev sahibi görüntüsü vermek zorunda bırakacaktır. Sahte ev sahibini zihnimizi olarak benzetecek olursak o halde kendi zanlarına kurban olmuş bir bilinç meydana getirerek korkuya teslim olmak zorunda kalacağız. Sonuç: Kalp kapanmaya devam ederek zihinsel varlıklar halinde yaşamaya devam ederiz.
Akışta Kalmak
Eğer dışarıdaki kalbi kapanmış bizler tarafından manipüle edilmezsek ortaya muhteşem bir durum çıkacaktır. Biz ona kısaca varlık bilinci diyoruz ve onu “Ben’im” varlığı olarak açıklıyoruz. Diğer bir anlamıyla Tanrı’nın kendini sevgiyle ifade etmesi olarak tanımlıyoruz. Bu akışta kalmanın sırrıdır. “Ben’im” varlığının kendini sevgiyle ifade etmesine aracılık etmek için arada kalmış sözde korku benliğini fark etmemiz gerekiyor. Akış, akışkanlık aslında yine hepimizin çok iyi bildiği bir durumdur. Hiç bir pürüzün yaşanmadığı güzel tatillerinizi düşünün. Onu o kadar güzel planlarsınız ki; “su gibi geçti, inanılmaz iyi geldi” dersiniz. Neden? Çünkü kimse tatilini korkuyla planlamaz. Dolayısıyla kendini korkuyla sabote etmez. Elbette buna rağmen kötü tecrübelerle tatilden dönenlere bu yazıyı defalarca okumalarını tavsiye ederim.
Son söz olarak önümüzde duran iki seçenek var. Ya korkuyla kendimizi korkutmaya devam edeceğiz ve davetsiz misafirlere kötü ev sahipliği yapacağız, ya da sevgiden başka bir varlık olmayan bilince uyanacağız. Bu kalben uyanışın ve Ben’im varlığımızın ortaya çıkışıdır. Siz hangisini seçiyorsunuz?