Mart ayında Yeni Ay’ın ilk gününde, kalbimden akan bazı cümleleri sevgili Birsen Durusoy Sancaktar hocamızın bir yayınından ilham alarak ve kendi içsel deneyimlerimle harmanlayarak sizler için bir yazı hazırlamaya niyet ettim. Amacım, kalbimizdeki duyguların maneviyatını ve hakikat yolculuğunu hep birlikte idrak edebilmek. Ayrıca İslam aleminin de içinde bulunduğu kutsal Ramazan ayında biraz daha içe dönüp bazı farkındalıklara kapı açabilmek.
Bazı hakikatler vardır ki yalnızca “hal”dir. Zihinsel bilgiyle kavranamayacak, sadece deneyimle anlaşılacak bir duruştur. Bu noktada halifelik bilincini taşıyan, varoluşun özüne teslim olmuş bir hâl içinde olmalıyız. Halifelik, sadece bir unvan değil, yeryüzünde hakikati temsil eden, kendini ve Rabbini bilen bir varlık olma hâlidir.
İnsan, dünya gezegenine beş duyuyla sınırlanmış ve kutupluluk (düalite) gerçeğiyle burada bulunan bir varlıktır. Düalite, zıtlıkları ve karşıtlıkları içinde barındırır; iyilik ve kötülük, ışık ve karanlık, sevgi ve korku gibi… İnsan, sınırlı bakış açısıyla “Ben buyum, benim gerçeğim bu, hakikatim bu,” der ve deneyimlerinden arta kalanlara tutunur. Ancak “zan” dediğimiz her yerde şeytan devrededir. Zihnin inşa ettiği sınırlar içinde kaldığımız sürece, ne olmadığımızı ve aslında kim olduğumuzu göremeyiz. O sınırların içinde olduğumuzu düşündüğümüzden dolayı hakikatimize ulaşamayız.
Dünya enerjisinde düşük frekansta kaldığımız sürece, en alt boyutta yaşarız. Ancak nefsi terbiye ettikçe, üst boyutlarda hakikate uyumlanma zamanı başlar. Nefsin kökeni Rab’dır ve o, kendi potansiyelinin en iyisine yükselip teslimiyete, eminliğe ve huzura geçiş hâlidir. Nefsimiz, aslında ne olmadığımızı ve gölge yanlarımızı deneyimlediğimiz bir alandır. Bu yüzden “Nefsini bilen, Rabbini bilir; Rabbini bilen, nefsini bilir.” denmiştir. Nefsini tanıyan kişi, tüm boyutlarda yükselip gerçek hakikatine ulaşır.
Bazen kötülüğü hak etmediğimizi düşündüğümüzde, kendi egomuza yenik düşeriz. Kısa yoldan çözüm bulmak, düşük frekanslarda kolay yollar aramak gibi tuzaklara kapılırız. Oysa diğer yol zordur; anlamak, idrak etmek ve değişmek gerekir. Ancak değişmek cesaret ister. İnsanlar genellikle kendi potansiyelini aşıp üst bilince geçmeyi seçmedikleri için bu yol zor gelir ve kısa çözümler peşinde koşarlar.
Dua ederken, niyet ederken, “Senin rızanla, benim nasıl olmamı istiyorsan o kanallıkta bu ışığı karşıya iletmemi sağla. Görünen ve görünmeyen her ne varsa, onun dönüşmesi için ihtiyaç olan her şeye aracı olmaya niyet ediyorum.” diyerek teslim olmalıyız. “Sen çekil aradan, araya girsin Yaradan.” O niyetle, sonucun muhteşem güzellikte olması gereken hâle dönüşmesini sadece gözlemde kalmak gerekir.
“Kervan yolda düzülür” derler. Nasıl olacağı, Rabbimizin işidir. Bizim yapmamız gereken ise iman ve teslimiyettir. Bazen zor durumlarla karşılaştığımızda, iyilik yaparken bile “Beni sevsin, beni önemsesin.” diye beklentilere giriyorsak, yine benliğimiz devrededir ve bu durumda yaptığımız iyilik de bize şifa olmaz.
Niyetimize göre önümüzde yeni yollar, yeni merdivenler belirir. Bu yollar, bizim liyakatimizi belirleyen durumlardır. Bir anlık bencillikten sıyrılıp bir olabilmeyi fark etmek, birlik bilincine talip olmak… Sonrası ilahi bilin.
Niyet, hayatın anahtarıdır. Zihnimizden geçen her düşünce, kalbimizden çıkan her niyetle hayatımızın senaryosunu yazıyoruz. Kontrol etme arzusu, bizi birlik bilincinden uzaklaştırır. Oysa her şeyin en doğru zamanda ve en doğru şekilde olacağına inanmak, iman ve teslimiyettir.
İbn-i Arabi’nin dediği gibi, “İnsan uyanana kadar gezegenler ona tesir eder, uyandıktan sonra o gezegenlere tesir eder.” Yani içimizdeki hakikat ışığını yaktığımızda, artık dışsal olaylar bizi yönetemez. Kendi varlığımızla olaylara tesir ederiz.
Hayat bize her zaman bir ayna tutar. Biz kendimizi idrak edip dönüştürdüğümüzde, hayat aynamızda da en yüksek bilinçle Yaradan’a hizalanırız. Düşük frekanstaki korkularımızdan çıkıp, yüksek frekanslara yöneldiğimizde, hayatımızda şifalar başlar.
Şahit olmak, şahit edildiğimize emin olmak ve kendimizle barışmak… Varoluşta “hak” olabilmek için Yaradan’ın sözüne şahit olmak ve bize şahit ettiğine emin olmak gerekir. Düşük bilinçteki insanların enerjisi, kendine büyü yapma hâlindeyken, yüksek bilinç Yaradan’ın farkına varıp tüm deneyimlerin rüya olduğunu idrak etmektir.
Melekler bile bizim niyetimize göre hareket eder. Neye izin verdiğimize dikkat etmeliyiz çünkü hayatımızın senaryosunun kalemi bizim elimizde. Niyetimizi, imanımızı ve teslimiyetimizi her zaman yüksek frekansta tutmalı ve Yaradan’a tam bir güvenle yaşamalıyız.
Bu yazı, tüm bu hakikatleri hatırlama ve yüksek frekansta niyetlerimizle arınma zamanına katkı olsun. Kalplerimize, hayatlarımıza ve tüm varoluşumuza şifalar olsun.
Harika bir yazı, kalemine ve yüreğine sağlık
Aynur, evrenin bizim içsel duruşumuza nasıl yanıt verdiğini, niyetin bir kapıyı nasıl aralayabileceğini ne güzel anlatmışsın. Niyet ile yolculuğun bu güzel ifadesiyle, insan kendi içinde durup gerçekten ne istediğini sorgulamadan edemiyor. Samimi ve akıcı anlatımın, okuyucuyu içsel bir keşfe davet ediyor, emeğine ve kalemine sağlık…