Hayatın derinliğine dalmadan önce, toplumun derinliğinde boğuluyoruz. Her sanatın kestirme bir yolu vardır. Bu yol yeteneklerin anahtarlarını taşıyan bir enerjidir. Yetenekler bir enerji olarak her insanın üstünde vardır. Genelde genetik olarak ya da hissi irade ile insandan insana geçer. Kendi başına yetenek üretenler de var. Etrafında doğru insanlar varsa zaten, hayatın önemli bir problemi olmaz. Sağlık sorunları haricinde, diğer sorunlardaki huzursuzluk, sadece psikolojik olarak insanları etkiler. Çoğu insan aslında gerçekten huzurlu olduğunun farkında bile değildir. Hayatın yoğun temposu içerisinde, küçük sorunları büyütmeye çalışanlar, bu karışıklıktan nereden ne koparsam diye gözlerini açanlar, sadece kendini düşünenler, duygusal değerleri yok edenler, kendi kendini hasta ettiklerinin farkında değiller.
İlahi adalet diye bahsettikleri konu, tam bu noktada ortaya çıkıyor. Mevlana’nın sözleri üzerinden yorum yaparsak, “Hayat düşüncene göre şekilleniyor.” Ne demiş Mevlana’mız? “Gül düşünürsen toprak, gülistan bahçesi olur. Diken düşünürsen bataklık olur.” Gül dikenini üstünde taşır. Gülün güzelliğine kapılıp onu yerinden çalmak isteyenlere karşı, doğuştan oluşan bir adalettir. İnsan da doğuştan ilahi adaletini üstünde taşıyarak doğar. İlahi adalet, taşıdığımız kimlikten öte bir insanlık değeri taşır. Duygusal değerlerimizi, oluşturduğumuz zaman birimi ile koruyamayız. Zamanın hesabını yapmaya çalışan herkes, oluşturdukları kaostan nasibini alır. Düşündüklerimizi ve hesaplarımızı kurallara bağlayarak, sınırsız teori üretebiliriz. Ürettiklerimizin herkese fayda sağlaması gerekiyor. Kendi menfaatlerini düşünenler, genelde yalnızlığa mahkum kalıyor. Dikkat edecek önemli bir konu var. Yeni bir icat yapmak için, illaki yalnız kalmak gerekiyor. Bu gereklilik ortamın şartlarına göre bir mecburiyet taşıyor. Etrafımızdaki yanlış insanların, ya da yanlış konulara yönlendiren insanların yüzünden, bir huzur arayışı çabası doğuyor.
Sağlığımız yerinde ise, zaten huzurluyuzdur. Derdi olanın, dermanı da vardır ki, zaten dermanını gördüğün için dert oluşur. Eski ata sözlerini bir kenara bırakıp düşünürsek, ilk başta kendimizi derinden bir yalnızlık içinde buluruz. Şairlerin yaptığı gibi, derinlere dalarak bir düşünce yolculuğuna çıkarız. Bir çok insan bu derinlikte boğulur. Çünkü hayatın gerçek derinliği, insanın taşıdığı gerçek duygulara göre baskı yapar. İnsan bu baskılara nasıl dayanabiliyor? Maalesef bazı gerçekler, yazı yolu ile anlatılamıyor. Zamanı gelince ancak insan aydınlanabiliyor. Hayatın zaman hesapları ile insanın zaman hesapları bir değildir. Hayatın derinliğine dalmadan önce, toplumun derinliğinde boğuluyoruz. Hak aramak için kurallar oluşturacak isek eğer, milyarlarca kurala uyarak hareket etmek zorundayızdır. Toplum kurallarının gereklilikleri ile, insanın yalnızlığa çekilme eğilimi, bazen bir dert olarak, bazen isteyerek oluşuyor. Genel olarak değişimi başlatmak için, bütüne hizmet etmek gerekir. Bütüne hizmet etmek için, etrafındaki insanların desteklerine ihtiyacımız vardır. Kendi çabalarımız ile yapabileceklerimizi hesap edebilirsek, dışarıdan gelen davetsiz misafirler, büyük bir dert olmazlar. Eski mucitler görevlerini yerine getirdiler. Bayrak teslimi yapmalarına gerek yoktu zaten hayatın planı içerisinde, genetik olarak bayrak teslimi var. Her insan cevherini üstünde taşır. Yeni icatlar düşünen gençler yetiştirmeliyiz. Artık yeni yeteneklere ihtiyacımız var. Teori olarak düşündüğümüz her şey, sadece bir yol gösteriyor. Herkes kendi yolunu, başkasının yönlendirmesi ile seçiyor. Kendi yolunu kendi seçebilenler de, kendilerini tek başına kalmış olarak hissediyorlar. Bu noktada hayatın derinlikleri yüzeye çıkıyor. Ne yaparsak yapalım; Ne düşünürsek düşünelim; Sonuç olarak hayatın planına göre hareket ediyoruz. Bizim seçimlerimiz, isteklerimize göre değişiyor.
Kendi çabamız ile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz; Aslında yaptıklarımızın çoğu, genel olarak öğretilmiş tecrübeler. Yolun başına ve sonuna bakarsak, kendi çabalarımız ile gelmedik; Kendi çabalarımız ile ayrılmayacağız. Bizim çabalarımız hayatı birleştirmek için ise eğer, hayatın bizi ayırmak için çabaladığını görünce, kendimizi kararsız bir şekilde, bir fırtınanın içinde buluveriyoruz. Geleceği hiç kimse bilemiyorken, varlık ve yokluk arasındaki zamanı, hangi teoriye göre çoğaltabiliriz? Hangi soruları cevaplayabileceğimizi biliyorsak, fazla soru sormaya gerek kalmaz. Hayatın güzellikleri de, çirkinlikleri de var. İyilik taşıyanları, hayatın güzellikleri koruyabiliyor. Kötülük taşıyanlar da, teorileri ve kuralları çürüttükleri gibi, hayatın çürütme tekniği ile erken tanışıyorlar. Doğru cevapları hayatın derinliklerine bulabiliriz. Hayatın zamanı ile düşünmemiz gerekiyor. Kaç yıl yaşayacağımıza göre hesap yaparsak, geçmişten kurtulamıyoruz. Yeni bir eylem yapmaya başladığımız zaman, hayat yenilenmeye başlıyor. Yenilikler insanın kaderini olumlu olarak değiştiriyor. Fazla derinlere inmeden, yapabileceklerimize odaklanmalıyız. Benim dedem 105 yaşına kadar sağlıklı yaşayarak, eceli ile vefat etti. Yüzünde ve vücudunda kırışıklıklar yoktu. Başından geçen çok ciddi hastalıklar yoktu. Bir asırlık çınar, hayatının 105 yılını huzur ile doldurdu. Torunlarının yaşlılığını gördü. Torunlarının torunlarını gördü. Kendi ailesinin 4 kuşağını gördü. Zamanın hesabını hayatın hesabına göre yapalım. Hayatın derinliklerinden bilgi koparabildiğimiz kadar, kendi güvenimizi ve inancımızı kendimiz yaratırız. Konuyu ramazan ayına yakışan bir söz ile noktalıyorum.
“Sonsuzluğa gerçekten inanıyorsan, ilahi adaleti üstünde taşırsın.”
Hakan Özüdoğru – (NLP Uzmanı)