Orda Kimse Var Mı?
Her şey
En doğru zamanı bekler
Ben hayatta fazla bekleyenlerden olmadım hiç. Sabırlı bir insan değilim galiba öyle sandığım kadar. Bir bankanın iş görüşmesinde karşılaşıncaya kadar, risk almanın değil riske fiyat biçmenin önemli olduğunu hiç duymamıştım da üstelik. Belki bu yüzden açık sözlü olmakla patavatsızlığı, cesaretle cehaleti karıştırdığım da çok olmuştur. Bu yazdıklarım da patavatsızlık sınıfına girer mi diye korkmuyorsam cehaletime verin gitsin lütfen. Ama sabır ile ataleti karıştırdığım pek olmadı sanırım hayatta. Bir kanat çırpışında hayatın ensesinde olmak istiyorum demiştim kendime bir zaman. Epey kanat çırpmam gerekti hayatımın bu döneminde erişebildiğim menzile varıncaya kadar. Ve bir şey öğrenebildiysem geçtiğim yollarda o da;
“Gönül diliyle konuşan birini buldun mu susmayacaksın, hasbıhal edeceksin.”
Dil susabilir sorun değil; ağırbaşlı bir sükûnet çoğu zaman büyüklük göstergesidir. Ama gönül konuşacak. Resme bir fırça da sen atacaksın; bir renk de sen katacaksın. Yoksa yaşadım diyemezsin. Yoksa yaşattım da diyemezsin. Dostum, yaşatacaksın ki ölmeyeceksin ya da yaşatacaksın ki öldüğünde yaşamımın hakkını verdim diyebileceksin.
Yazılarımı bir internet günlüğünde de yayınlamaya başladığımda bir sayaç koymuştum sayfama; acaba birileri sayfama giriyor mu diye izlemek için. Üç beş ay boyunca gördüm ki kendim yazıyor kendim okuyordum. İçimden aynı hevesle yazmak geçmez oldu. Çünkü benden taşan dönüp gene bana akıyordu. Yazdıklarım bana çok özel ve olağanüstü şeyler olarak görünüyordu hâlbuki. Ama başka hiç kimse böyle düşünmüyor muydu acaba? Bir ses, bir söz bekledim. Herkesler haberdardı yazılarımdan ve adresinden oysa. Eşim, dostum, kardeşim… Ve ben bir küçük fısıltı, belli belirsiz de olsa bir yankı – bekledim de bekledim… Bir kelebek kanat çırpsın ve bir ferahlık dünyanın öbür ucundan, yüreğime erişsin diye bekledim. Tabiat da böyle bekler dostlarım. Toprak, koynunda büyüttüğü tohumun meyveye eriştiğini görmeyi umar. Çiçekler arıları bekler. Meyveler dalında kuşları bekler. Bin bir türlü güzelliği yeryüzünün tadılmayı, koklanmayı, bilinmeyi, sevilmeyi bekler.
Bir beklentiyle yazmaktan bahsetmiyorum. Çünkü tüm o dökülen kelimeler bana birer hediyeydi ve bunun kendisi zaten yeterince mutluluk vericiydi. Ama hangi hediye kutusunda saklanır ki dostlarım? Hediye elden ele dolaşmak ister. Sevgiyle ötekine verilen sevgiyle berikine taşmak ister. Hayat paylaşmak ister. Hayat göklerden yere inmek; yerde gürül gürül çağlamak; denize, okyanusa karışmak ve yine bulut olup bir dağ başında fırtına koparmak ister.
Biliyorum meşguliyetler var… Mecburiyetler var… Biliyorum zaman dar. Dar zamanda ihmal edilen belki daha önemli şeyler de var. Ancak zamanından avuç içi kadarını hak edene ayıramıyorsa insan, bir nefeslik ara veremiyorsa koşuşturmasından; hangi mecburiyeti çıkarabilir ki hayatından?
Biliyorum; aslında bu yaşadığımız, birbirini yeterince tanımamanın uçurumu. Birbirimize yeterince yakından bakamamış olmanın. Ve belki de birikti yakından bakmamız gerekip de bakamadıklarımız geçen yıllarla. Belki eşimiz, kardeşimiz bile yabancılaştı zamanla. Hak veriyorum size. İnanın sorun değil, yazdıklarımı okumayın; içerlemem buna. Önemli değil; bana ya da eloğluna bir ses, bir yanıt vermeyin isterseniz. Ancak uzaktakine bir ses gönderemiyorsa ara ara insan, varlığın beni gülümsetiyor diyemiyorsa bir an, yakındaki kimin emin olabilir – selamını aldığından?