Belki sandığın kadar kötü değildir dünya…

Belki sandığın kadar kötü değildir dünya… Kötü deyip kaçtıkların, sığındıkların kadar kötü, değil. Hangi kötü? Kimin kötüsü?

O gemiye binip gidenler… Bugün uzaklardan bize gülümser. İnsan duymaya hazır olmadıkça; dağ söyler, taş söyler. Oysa, birilerinin ona söylemesini bekler.

Belki sandığın kadar kötü değildir dünya...

Kimse doğa kadar sevmeyecek bizi, kimse, bizi yaratan kadar… Bizse hep arayıp duracağız bizi sevecek, bizi çok sevecek birilerini…

Korkacağız güçsüz görünmekten… Hayal kırıklığına uğratmaktan… Uğradığımız kırıklarını hayallerimizin, halının altına süpüreceğiz. Nasıl olsa daha, epey genciz deyip ne gençliğimizin ne de gençliğin geride bıraktığı toyluğun değerini bileceğiz.

Sevmedik diyemeyeceğiz. Şükür ki sevdik. Sevilesi olmasak, sevemezdik. Kendimizle bozulmuşsa aramız, faturasını kimseye çıkaracak değildik. Sessizce çıkar, gideriz. Vedalaşsak ölür gece, öyle bir çıkıp gidelim, sanki birazdan döneceğiz, nasılsa, alışacağız gelmedikçe, yine de bekleyeceğiz. Beklemezsek ölür gece ve biz Ay’a ihanet edemeyecek kadar diriyiz.

Sessizliğin tadı vardır, yorgunluğun armağanı… Bir yudum aldığımız yaşam, sadece ağzımızı ıslatmazdı, kalbimizin ateşini de yakardı ve yananlar, yananları, küllerinden tanırdı. Cennet, basıp geçenlerin, geride bıraktıkları… O yüzden gülümsemek, yaşamak ve sadece yaşayanlar, gülümseme şansı kazandırdı.

Bir bahar daha geçti. Hiç papatya kurutmadım; çünkü kuruyanın yokluğunda, tükenmiş ümitler beslemekten, çok daha onurluydu, yine geleceğini bildiğin baharda açacak papatyaların, hayaliyle gülümsemek…

Yazar Hakkında

25 Şubat 1989’da fırtınalı bir gecede dünyaya gelmişim. Üç gece ha doğdum ha doğacağım diye hastane yollarını teptirmişim. En nihayet emin olup yeryüzüne inmişim. Fırtınayı hep sevdim, sağlamcılıktan da vazgeçmedim. Lise zamanlarına kadar epey inek bir öğrenciydim. Harçlıklarımla yeni test kitapları alır, test çözerken şarkılar söylerdim. Bir müddet babaannemlerle yaşamıştım. Babaannemin bu değişik çalışma biçimime olan şaşkınlığını hissederdim. Çalışmayı hep sevdim, kendi yönetmlerimle bunu yapmayı daha çok sevdim. Fen lisesini kazanmıştım. ‘’ Bu öğretmenler beni değil notlarımı seviyor! ‘’ diye fabrikatör kızıyla fakir ama gururlu delikanlıyı andırır bir duygu krizi yaşamıştım. Bu benim için dönüm noktasıydı. Artık daha az çalışıp daha çok yaşıyordum. Rehber öğretmenimle düzenli görüşmelerim oluyordu. Kendimi sosyal çalışmalara verdim. Fen lisesinde bunu( şiir dinletisi, tiyatro ) yapmaya kalkınca biraz ortalık karışmıştı. İTÜ Mimarlık fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması bölümünü kazandım. Konservatuvar istiyordum. Üç sene boyunca her aralık ayında okulu bırakıp konservatuvar sınavlarına hazırlandım, olmayınca geri döndüm ve en nihayet ‘’ Her şeye rağmen bırakıyorum! ‘’ deyip yarı zamanlı, özel bir konservatuvara kaydım olmuş buldum kendimi! Bu zaman zarfında part- time bir fast food firmasında kasiyer olarak( bir buçuk yıl ) ve ardından bir kafede falcı olarak( üç buçuk yıl ) çalıştım. Açıköğretimden sosyoloji bölümüne kaydımı yaptırdım. Son sınıftayım. Üç aylığına Antalya’ya gidip iki buçuk sene orada yaşadım ve birçok ruhsal eğitim( Reiki Master, EFT( Duygusal Özgürleşme Teknikleri ), Şamanik rüya, Yaşam koçluğu, Meditasyon… ) alarak kendi derinliklerime bir yolculuğa çıktım. Deneyimlediğim Tarotu yeni bir bakışla yorumladım ve ona, bünyesinde barındırdığı numeroloji ile astrolojinin inceliklerini kattım. Şimdi yazıyorum, aslında okuyorum ve bunu seviyorum. Sizi seviyorum, Hüseyin Akdağ

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir