Otuzların kadını (Tomris Uyar)
Bir genç kız düşünün yıllar sonra bugün nasıl göründüğünü bilmek için ressama portresini yaptıracak; akşamdan hazırlanmaya başlıyor sallanan sandalyesine kıyafetini yayıyor… Rahat bir yaşam içinde ailesiyle birlikte olan bu ‘otuzların kadını’ çekileceği konulardan habersiz bir şekilde sanki çetrefilli yolculuk öncesi son sigarasını içer gibi hazırlanmakta sabaha…
“Mavi şifon tuvaletin derin V-oyuğu, göğüslerin birleştiği çizgiye kadar iniyor. Bol dökümlü kumaşa, omuz başlarına tutturulmuş bir şal gibi gözüken pembe şifon şeritler işlenmiş. Kuşak da pembe şifondan; kıyıları mat simli. Sanki arkasından gizlice yaklaşıp şaşırtmak isteyen iki pembe şifon el, beline sarılacağına omuz başlarını tutmuş. Geriye atılmış kollarıyla kanatlanmaya hazır.”
Otuzlara giriş arifesinde aklıma düşen belki bir yol, ışık olur diye kaçırmaktan okuyamamaktan korktuğum bir kitaptı. Ve ilk fırsatta elime alıp okudum. Farklı öykülerin anlatıldığı, harmanlandığı, birbirlerine teğet geçirildiği ve ana objeden; otuzların kadını portresinden de vazgeçilmediği, bazen de bir erkek gözünden de durumlara bakıldığı, anlatıldığı bir eser. Ama ben bu kitabı okurken kitabı o denli içselleştirme isteğimdendir ki ‘birşey kaçırmamalıyım’ modu; olayların gidişatından çok her bir cümledeki anlam ve derinlikle ilgilenmeme neden oldu. Bazı yerlerin de altını çize çize ilerledim. Tekrar döndüğümde çarpsın diye…
Pentimentodaki; “Ne kadar çok fotoğraf çektirmiş! En belirgin özelliği, değişik kılıklara girmeye düşkünlüğü: sporcu kız, kontes, çingene, anne, sevgili, vamp, ciddi iş kadını, üniversite öğrencisi, turist, saygın eş.” Hepsinden bir şeyler. Ama en çok birisi belki, belki ikisi, üçü, ama…Aynı zamanda da hepsinden de bir parça olma isteği. Bence ve bununla birlikte en çok hissettiğim, hissedildiğini düşündüğüm bir his; kadın olmanın, dişi olmanın, yaratıcı özünden bulundurmanın emaresi bu istek. Aklıma kendim geldim. Sürekli fotoğraf çekme, çektirme hep farklı hallerde, duygularda… Bu fotoğraf da burda kalsın durumları. İçimdeki cıvıltının ve o şen kahkahaların bitmemesi… Ama…Bir gün gelir hayat, şartlar ve içinde bulunduğun durum, birçok kurumun parçası oluşun, alınacak düzenlenecek davranış ve duygular bana kahkahamın normlarla bağdaşmıyor oluşunu hatırlatır her seferinde. Kitaptaki kesitlerden yola çıkarak anlatmaya çalıştığım durumlar büyük bir kesim tarafından yaşanan şeyler. Sen sadece ‘anne’ oluyorsun belki ama toplumsal bilinçaltında kademen yükseldi ve sen artık ona göre davranmalısın. Başlarda bu durumu kabullenmeyi deneyen kadının zamanın akışına olan tahammülsüzlüğü otuzlarındayken bir şekilde patlak verir; çünkü özgürlük sınırsızlık yaratıcılık şifacılık dönüştürücülük bunlar tam kadını anlatan kadının varoluş sebebini açıklayan kavramlar.
İşte burada da Gelgit hikayesindeki satırlar çok etkileyiciydi bana göre: “Heyecan tavsamıştı sonraları. Aşkın heyecanı kalmamış, kızı doğmuş, evlilik bir ‘gaile’ halini almıştı. Kendisi kadar romantik, tapınılası bir yaratığın günbegün sıradan bir ev kadınına dönmesini görmek, tahammül edilir gibi değildi; sıradan olsaydı gene neyse, başka erkeklerin gözünde eski cazibesini koruyordu hâlâ.”
İşte bu da otuzların kadınının diğer penceresi. Böyle de bir hikaye var. Kocasının gözünden karısı. Erkeklerin gözünden de bakılmak ihmal edilmemiş. Mesela bu ‘gaile’ noktasında; özellikle kadın için bu noktaya gelindiğinde kadının yıkım, yıkıp dağıtma gibi son derece eril olan yanı aktive olmaya başlıyor. Aktive olabilesin ki içindeki dişil topu koruyabilsin. Yıksın ki yeniden yaratabilsin. Yaratım süreci yeniden başlayabilsin. Bu bence her kadında bu kadar belirgin bir şekilde ilerlemiyor. Kendini bulan ve kendini kaybetmekten korkan kadınlar daha çok bu yıkım sürecini başlatan. Kaybolmuş kadınlarımız zaten kabule geçerek sayısız ihtimalin hiçbirini uyandırmayı tercih etmeyerek gökyüzünün onlara bahşettiği hayatı kabul ettiler, ne yazık!
Adam devam ediyor: “Yine de böyle yalnızlık anlarında özlüyordu onu. Evet, yalnızken ve uzaktayken. Yani kendisi yalnız, o uzaktayken. O zaman gene bir zamanki ‘erişilmez mabude’ katına yükseliyordu karısı.”
Döneminin adamı dönemin şartlarıyla karısı hakkındaki düşünceleri…Burada tek bir otuzların kadınından başlayarak okumaya, derinliklere onun çizgilerinden girilmeye başlanarak diğer otuzların kadınlarına da yer verilmiş. Ben de kendimden de yola çıkarak yorumladığım ‘otuzların kadını’ yankısını; otuzuna girmiş girmemiş herkesin okuyup illaki kendinden de bir şeyler katmak isteyeceği, bulacağı enfes bir kitap…