Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Tanrı’nın dili

”Ruhumu o kadar genişletebilir miyim ki, Varlığını Kozmik Sözcüğün tohumuna bağlayabilsin ?”

Hermetic Order of the Golden Dawn, Altın Şafak / Neofit-Neophyte İnisiyason Ritüeli’nde şu sözler söylenir: “İsimlerle ve İmajlarla bütün Güçler uyandırılır ve yeniden uyandırılır.”

Hermetik külliyatta, ‘’Atum’un Kelam’ı yaratıcı fikirdir, asli zihin, söz’ün atasıdır, tıpkı sizin yaşantınızdaki gibi, sizin zihninizden konuşma doğar. O’nun kelamı ile ilk prensiplere gebe kalır alem ve yaşam formları doğar’’ denilmiştir.

Tanrı’nın dili

Mistik anlayışlara göre, Tanrı tarafından verilmiş olan harfler, evrenin saydam bir kopyasıdır. Harflerden oluşan dil de, nesne olay ve kavramları yansıtmaya yarar. İsimlendirme işi ise, dil ile realite arasındaki bağdır ve adı sayesinde şeyleri bilmeye yarar. .

Muhyiddin-i Arabi (K.S), “Füsus ü’l-Hikem” adlı eserinde, peygamberlerin adları ve hikmetleri arasındaki ilişkileri nitelendirmiş, adın, gölge gibi kişinin yapısına ve gerçeğine ait olduğunu ifade etmiş.

Platon, “Kratylos” isimli kitabında, her nesnenin, yaradılışından gelen bir adı olduğunu; kişilerin kendi aralarında anlaşarak nesnelere verdikleri adların ise gerçek ad olmadığını söyler. Gerçek adı ise, sadece nesneyi işaret etmez, onun hakikatidir.

Elbette düşüncenin de sözele dışavurumunda harfler ve adlar yapı taşlarıdır. Ancak, bazen düşüncemizi sözelleştirmekte zorluk çekeriz.

Genetikçi Francis Galton bu konuda şöyle der; ‘’Yazarken, dahası düşüncelerimi açıklarken, sözcüklerle, sözcüksüz şekilde olduğu kadar rahat düşünemiyor olmam ciddi bir sakınca benim için. Çoğu kez, çok çalıştıktan sonra ve kendimce kesin ve tatmin edici mükemmel sonuçlara varmışken, bunları sözcüklere aktararak açıklamaya kalkıştığım zaman kendimi bambaşka bir zeka düzlemine yerleştirerek işe başlamam gerektiğini hissediyorum. Düşüncelerimi, onlarla hiç de uyumlu davranmayan bir dile tercüme etmek zorundayım. Bu nedenle uygun sözcükleri ve terimleri arayarak çok zaman yitiriyorum; aniden konuşmam istendiği zaman, çoğu kez algılama yetersizliğinden değil, ama salt kendimi anlatacak doğru dürüst sözcükleri bulamadığım için, anlaşılmaz göründüğümün farkındayım. Yaşamımda canımı sıkan birkaç şeyden birisidir bu’’

Hadamard ise şunları eklemiş – Düşünceye daldığım zaman sözcükler tümüyle usumdan silinip gidiyor ve Galton’un söylediği gibi, bir soruyu okuduktan sonra veya duyduktan sonra, üzerinde düşünmeye başladığım anda her bir sözcük yok olup gidiyor. Schopenhauer’e katılıyorum: ” Düşünceler, sözcüklerle cisimleştirildikleri anda ölürler”-

Yaradan ad verdiğinde, onu vücuda getirmiş olur ki, eski çağlarda Sümer tanrılarının da, bir şeyin adını söylemekle, onu yaratmış olduğuna inanılırdı. Çünkü sahip oldukları kelamın, söz ile yaratmalarına yetecek kadar güçlü olduğuna dair inanç büyüktü.

Ol demesi ile yaratan Allah, Adem’e kendi nefesinden can verdiğinde dil de vermiş midir? Yaratıcının Adem’e tüm adları bir bir öğrettiğini biliyoruz, gerçekte ilk dil Tanrı’nın dili olarak düşünülmüştür.

Dil, insanlara verildiği o ilk hali ve zamanında adların işaret ettiği her şeyin üzerine koyulmuştur, ne var ki, gizemli bir metne sahip olan tüm bu nesneler hala çevremizde olmakla birlikte, onların gerçek adlarını bilmemekteyiz.

Onları okuyabilenler, fizikötesi mistik bir okuma yapmış olacaklar ve şey-lerin ardındaki asıl metni ve yaratıcısını da içsel olarak
anlamış sayılacaklardır.

Adların özünde ve ardındaki hakikatin yansıması olan dilin Yaratıcı ile alakasının kesilmesi ve isimlerin niteledikleri nesnelerden kopması, ‘’dillerin karışması olayı’’ ile ilişkilendirilir.

Tevrat’ta göre Kral Nemrud, Babil kulesini inşa etmeden evvel insanlar tek bir dil konuşurmuş:

Eski Ahit/Tekvin/BAP 11 1-9
1- Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. 2- Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. 3- Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4- Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.” 5- RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. 6- “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi. 7- “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” 8- Böylece RAB, onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. 9- Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

Tekvin bölümünde anlatılan olay, Nuh’un torunların Babil Kulesi’ni yapmaya başlayana kadar bütün dünyanın dili ve sözünün önceleri ayni olduğu. Diller karıştırıldığında oraya Babil, yani karışıklık denmiş. Babil Kulesi’nin parçalanması, gerçek dilin kaybolup kargaşanın başladığı, kimsenin kimseyi anlamadığı günleri getirmiş.

Sümerlerin Tanrı dili dediği Enochian’ın, Dünyada ilk kez Enoch yani Hanok’a öğretildiği söylenir. Kelimeler imajları ve düşünceleri ışığa çıkarırlar, düşünce de bir enerji olarak aklımızda beliren her şeydir. Ancak onu ifade edip
şekillendirmek için her milletin ayrı dili var ve akılda ayni olan dilde kaçınılmaz biçimde değişik sözcüklerle ifade edilmektedir.

1510 yılında Heinrich Cornelius Agrippa, De Occulta Philosophia adlı eserinin 23. Bölümüde “Meleklerin dilinden, kendi aralarında ve bizimle konuşmalarından” bahseder: Melekler veya şeytanların kendi aralarında veya bizimle herhangi bir sözlü konuşma veya dil kullanıp kullanmadıklarından şüphe edebiliriz; bu hepsinden önceydi ve Babil’deki dillerin karıştırılmasından önceydi, bu göksel ve ilahi köken her zaman bozulmadan kalır.

16. yüzyılın sonlarında, Elizabeth dönemi matematikçi ve bilgin John Dee ile medyum ve simyacı Edward Kelley, kehanet seansları sırasında doğrudan Meleklerden bir “Göksel Konuşma” alındığını düşünerek, dilin büyük bölümlerinden, ‘Loagaeth Kitabı’na ait bir metin eklediler. Dee’nin günlüklerinde “Meleksel” olarak adlandırılan Enokyan harici bir İlahi Dili, Tanrı’nın dünyayı yaratmak için kullandığı ve Adem tarafından varlıkların adlandırıldığı bir baska dilden de söz edilir. Cennetten Düşüşü sırasında dili kaybetmişti. Anılarına dayanarak, bir proto-İbranice biçimini Babil Kulesi’ndeki Dillerin Karmaşası’na kadar evrensel insan dili halinde belirledi. “Loagaeth Kitabı”nı kaydeden Hanok hariç, bu dil insanlardan gizlendi, ancak kitap Nuh Tufanı’nda kaybolmuştu.

George William Russell, The Candle of Vision (1918) adlı eserinde şöyle der: “İnsan zihni Tanrı’nın suretinde yaratılmıştır ve konuşmanın unsurları, zihnindeki güçlerle ve bu güçler aracılığıyla Üst Ruh’un varlığıyla ilişkilidir. Dilin bu gerçek kökleri azdır, alfabe ve kökler aynıdır.”

Cam Kent

1947 doğumlu yazar Paul Auster, ‘’Cam Kent’’ adlı romanında,
Tanrı’nın dili var mı, doğduğumuzda onu biliyor muyduk, anadili duyunca unuttuk mu, şeklindeki sorularına yanıt arayan ve bunları bilmeyi çok istemiş olan bir profesörün, öz oğlu ile gerçekleştirmeye çalıştığı deneyi anlatır.

Profesör adeta çılgın bir hezeyana kapılmış ve şöyle demiştir; ‘’bir bebek Tanrı’nın dilini bilebilir, eğer herkesten uzak tutulur ve kimseyi görmezse’’

Sonra, oğlu Peter’i 12 yaşına dek karanlık bir odaya kapatır, konuşma diline dair en ufak bir ipucu vermez, zavallı çocuk, yemek nasıl yenir, tuvalalete nasıl gidilir öğretilmeden, gün ışığı göremeden yaşar.

Zamanla, ağzından kendiliğinden çıkagelen sözcükler uydurmaya başlar. Karanlıkta yaşarken, anlamlarını bir tek kendisinin bildiği ve çevirisi yapılamayan sözcükler kafasına hücum etmiştir. Peter herkesten uzak tutulsa da, bazı insan sözcüklerini biliyordur ve bu engellenemez, kendi kendine ba-ba-ba dediğinde babası onu dövermiş, sonra sözcükleri kafasının içinde saklamaya başlamış, kurtarıldığında ana dilini öğretmişler, ama sakladıklarının Tanrı’nın dili olduğunu ve çevirisinin yapılmadığını düşünmüş.

Kitapta, insanların kullandığı dilin Tanrı ile ilişiğinin kesilmesi ve profesörün Adem rolü üstlenmesi anlatılır: ‘’Bir nesne taşıdığı isimden kopuk değildi. Gel gelelim, cennetten kovulma sonrasında geçerli değildi bu. İsimler niteledikleri nesnelerden koptular; sözcükler yerlerini gelişigüzel işarete bıraktı; dilin Tanrı’yla ilişkisi kesildi. Dolayısıyla, Cennet’in öyküsü yalnızca insanın değil, dilin de cennetten kovulmasını belgeler’’

Yine ayni kitapta şöyle bir anlatım yer alır; ‘’Bizim kelimelerimiz dünyaya denk düşmüyor. Nesneler bir bütünken, kelimelerimizin onları ifade edebileceğine güvenimiz tamdı. Ama bu şeyler yavaş yavaş parçalara ayrıldı, paramparça olup kaosa düştü. Yine de kelimelerimiz aynı kaldı. Kendilerini yeni hakikate uyduramadılar. Bu yüzden, gördüğümüz şey hakkında ne zaman konuşmaya çalışsak, yanlış konuşuyoruz, temsil etmeye çalıştığımız şeyin kendisini çarpıtıyoruz. Bu her şeyi berbat ediyor’’

Heredot’un bildirdiğine göre, M.Ö 7. yüzyılda Mısır firavunu Psamtik, iki çocuğu toplumdan soyutlamış, büyük ihtimalle dilsiz bakıcılar işlerini yapmış ama çocuklar konuşmuşlar ve ağızlarından ilk olarak Frig dilinde ekmek olan kelime çıkmış. Benzer deneyler birçok yerde eskiden beri uygulanmış, Montaigne bile, bu konu üzerinde yorum yaparak, soyutlanan bir çocuğun kesinlikle düşüncelerini söze dökebileceği bir dil türü geliştireceğine inandığını söylemiştir.

İnsanların ve Tanrı’nın Bilinmeyen Adı

Yazımın sonunda, şunu bildirmek isterim. Her birey, nasıl parmak izinde veya korneasında eşsiz ise; gizli ve bilinmeyen, gercek bir adı bulunur, bu bakımdan da eşsizdir. Bu kişisel soniği bulmak, kullanmak için, varlık davetleri kapsamlı okült çalışmalar uygulanmaktadır. Bu adlar daima dörtlü gruplar halindedir. Fazla bilinmeyen bir konudur. İslami Havas ilminde özel bir dala girer. Tek bir isim, tek bir baş harfle başlayan dört ayrı ismi kapsayarak, tek defada telaffuz edilir ve herhangi birinin gerçek adını bilmekle, onun yönetilebilirliği öngörülür.

Tanrı’nın bilinmeyen adı konusu ise, birçok gizemcinin üzerinde çalıştığı, özel bir gelişim alanıdır. Popüler olarak Amin Maalouf’un, ”Yüzüncü Ad” kitabında işlenmişti. Kimselerin görmediği bir yazmada, Allah’ın, Kuran’da anılan doksan dokuz adının, sıradan ölümlülere bildirilmemiş olan yüzüncüsü, O’nun azametli ve yüce adını bulma çabası olarak gündeme gelmişti. Bu adı bulanın kazanacağı güç hakkında yine eski gizemcilerin bireysel çalışmaları bulunmaktadır.

Okültizm ve Enerji Bölüm II Majikal Alan alt bölümlerden ”Tanrı’nın Dili”

Ferda Ercan Uyulan

www.facebook.com/okultizmveenerji
www.facebook.com/karanliginmesaji

Yazar

Exit mobile version