Tek gerçek ilişki var.
O da benim kendimle olan ilişkim… Ben ve kendim birlikte iyiysek; herkes ve her şey de zaten iyidir… “Ben ve kendim” ikiliği, bir olunca; dünyanın kalabalığı da birden sadeleşir. O zaman karmaşık gibi görünen bütün ilişkiler de kolaylaşır, keyif verir…
Peki ben ve kendim nasıl ikiyken bir oluruz ? İki ayrı parça gibi görünürken, nasıl bütün oluruz?
Ben’e “benliğim”, kendime de “özüm” diyelim. Benliğim; nefsimin isteklerini yerine getirmek ister hep. Özümse; içimdeki Tanrı’nın sesi. Benliğim acıkır, susar, öfkelenir, kızar, bekler, ister, sahip çıkar, kontrol eder, hükmeder, kendini hep bir şey zanneder… Anne zanneder, baba zanneder, eş-sevgili zanneder, evlat zanneder, kardeş zanneder. Doktor, mühendis, öğretmen vb. zanneder. Bütün kimliklerine ihtiyacı var zanneder.
Özümse hep iyidir, tamdır, ihtiyaçsızdır. Gerçekte; benliğim ve özüm bir ve bütündür… Birbirinden ayrı değildir. Tıpkı bütün insanlığın ve var olan her şeyin birbirinden ayrı olmadığı gibi. Yüreğim bu gerçeği derinden hissedince; aklım da buna teslim olur. Ne zaman ki yüreğimle, aklım “bir” olur; işte o zaman niyetim bu dünyada “can” bulur…
Ne zamanki benliğim; kendini, özüme katar; işte o zaman, küllerinden yeniden doğar…
Bu tıpkı spermin; yumurtanın içinde eriyip onunla bir olmak için, kuyruğundan vazgeçmesi gibidir…
İşte tüm kuyruklarından (kimliklerinden) bağımsızlaşan; yeni bir doğuşu da hak eder…
Özüne doğan; nicedir bilinmeyi bekleyen, saklı hazinesine de kavuşur.
Acıktığı, susadığı, beklediği, istediği, aradığı her şeyi, artık o gizli hazinesinde bulur.