Zihnimdeki çapulcular ve Ben’in çaresiz direnişi

Zihnimde hüküm süren bu çapulcu sürüsü, adeta bir tiyatro sahnesi kurmuş, her biri kendi oyununu oynamaya çalışıyor. Sahne sırası için birbirlerini itip kakıyorlar; kimisi korkuyla, kimisi arzuyla, kimisi de hırsla dolup taşmış. Bu arsız ben’lerin her biri benden bir parça koparmaya çalışıyor, yetmiyor, hayatımı bok gibi bir keşmekeşe çeviriyor. Her biri kendi savaşını dayatıyor ama ben ne yapıyorum? Gıkımı bile çıkarmadan izliyorum. Lan bu benim hayatım değil mi? Neden kendim için durup bir “s**tirin gidin!” diyemiyorum bu arsız kimlik bozuntularına?

Zihnimdeki çapulcular ve Ben'in çaresiz direnişi
Görsel Tasarım : Murat Tali

Sevgi mi?

Peşinden koşmak ve vazgeçememek; sevmenin bile doğal bir his olmaktan çıkıp maraton gibi koşulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Birini sevmek, ona sarılmak, onunla olmak gibi basit şeyler artık yeterli değil; sevmek, bir ispat çabasına dönüşmüş. Sevdiğini göstermeye çalışıyorsun, kabul görmeye çalışıyorsun. Ama en acısı, sevgi bittiğinde bile vazgeçemiyorsun. Ellerinde tuttuğun her şeyin kaybı, sana bir yenilgi gibi görünüyor çünkü. Zihnindeki çapulcular sana şunu fısıldıyor: “Bir şeyleri kaybedersen sen de kaybolursun.”

Oysa gerçek şu ki, sevgi bittiğinde de devam edebilir insan. Ama bunu anlamak için, her bir ben’in egosunu susturup kalbine bakmak gerekiyor. Sus ulan! Diye bağırmak istiyorum bazen o içimde konuşan seslere. Ama bu, sanki bir boka yaramıyor.

Kaybolmak mı?

Görünmek ve anlamsızlık denizi; görünür olma çabası, belki de modern insanın en büyük tuzağı. Sosyal medyada paylaşılan anlık mutluluklar, şatafatlı tatiller, yeni alınan bir araba ya da sırf “ben buradayım” demek için yazılan gereksiz bir cümle… Hepsi lanet olası bir yarış gibi. Kim daha mutlu görünüyor? Kim daha “başarılı”? Ama yalan be hepsi. Koca bir yalan.

Her şeyi gerçekten istediğimiz için mi yapıyoruz? Yoksa yalnızca birileri görsün, onaylasın diye mi? İşin kötüsü, bu çabaya öyle bir sarılıyoruz ki, anlamsızlığı bile anlamlıymış gibi göstermeye çalışıyoruz. Ve böylece bir yalanın içinde debelenip duruyoruz. Kendi ayağımıza sıktığımız yetmezmiş gibi, o yalanın içinde boğuluyoruz.

Kabul edilmek mi?

Aidiyet ve kendini kaybetme; insan, varoluşunun temelinde ait olmayı ister. Ait olduğumuz bir yer, bir topluluk, bir düşünce, bir inanç olmadan boşlukta savruluyor gibi hissederiz. Ama bu aidiyet arzusu, bizi çoğu zaman bizden uzaklaştırır. Bakıyorsun bir yere ait olmaya çalışırken, kendin diye bir şey kalmamış. Lan ben kimdim?

Bu dünyaya ait olmak adına kendimizi kaybediyoruz. Sadece ben değil, zihnimdeki bütün ben’ler bu aidiyetin peşine düşüyor ve beni, kendimden çalıyor. Tuhaf bir kölelik bu. Hem özgür gibi görünüyorsun hem de zincirlerini kendin sıkıyorsun. Daha saçma bir şey olabilir mi?

Sahip olmak mı?

Her şeye sahip olup hiçbir şeye sahip olamamak; Bir şeylere sahip olma arzusu, modern çağın en büyük tuzaklarından biri. Para kazanmak, o parayla eşyalar almak, daha sonra aldıklarımızı korumak için daha çok para kazanmak… Ve hepsi ne için? Koca bir hiç için. Bir gün o “çok değerli” dediğin her şeyin çöplükte yerini aldığını göreceksin. Yine de bırakmıyorsun.

Özgürleşmek için bırakmayı öğrenmek gerek. Ama bu bırakma da başka bir çaba haline dönüşüyor. Lan bırakmak da dert, sahip olmak da. Her şey bir girdap, sürekli içine çekiyor.

Neden?

Ben ve dünya: cehennemin kapıları; bu çapulcu ben’ler sadece iç dünyamda sorun yaratmıyor. Onların neden olduğu çabalar, insanlığın dünyasını da bir cehenneme çeviriyor. Daha fazla kazanma hırsı, görünür olma arzusu, daha büyük bir yere ait olma isteği… Her biri başka bir bok çukuru yaratıyor. İnsanlığın dünyası değil bu, insanlığın hapishanesi.

Oysa insanın özünde hiçbir şeye ihtiyacı yok. Sevgi zaten insanın içinde var, görünürlük zaten onun öz ışığında mevcut, aidiyet zaten evrene olan bağında gizli. Ama bunları hatırlamak için önce her şeyden soyunmak lazım. Kendi bokundan arınmak. Ama kim yapacak bunu ve nasıl yapacak?

Geçecek! dedi bir dost
Yerleşik düzene geçmişler, işgal etmişler, talan etmişler, ağaç dikmişler orta yere, burası bizim vatanımız diyorlar. Bir de içeride üreyip çoğalıyorlar. Mülteci gibi her biri…
Ve bütün ben’lerin ortasında vatansız kalmış bir BEN ile yol alıyorum…

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

2 Yorum

  1. Tuğba Acı

    Ne kadar samimi ,ne kadar gerçek cümleler. Murat Tali içimizdeki kelimeleri,anlatılmamışlıkları derleyip toplayıp önümüze öyle güzel koymuş ki. Keyifle okudum

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir