En çok neye öfkelenirsiniz. Hangi davranışlar sizi öfkelendiriyor. Öfkenin hangi çeşidi sizi kendisine esir olarak alıyor ve gözünüzü döndürüyor. Öfkelendiğinizde yakıp yıkıyor musunuz? Yoksa tüm öfkenizi içinize atıp kilitleniyor musunuz?
Öfkenin temel nedeninin varlığınızın zayıf noktaları olduğunu biliyor musunuz?
Varlığınızı bir kale olarak düşünün. O kaleye düşman saldırdığında en güçlü olan ve sağlam yerden mi saldırır yoksa, en zayıf olduğunuz yerden mi? Zayıf yer mi dediniz? Aslında zayıf yerinizden değil, her yerden saldırıyor fakat zayıf yerleriniz daha fazla yaralanıyor ve siz oradan sürekli darbeler aldığınızı düşünüyorsunuz. Peki oranın neden zayıf olduğunu düşündünüz mü hiç?
İnsanlar arası ilişkiler (uluslararası ilişkiler gibi oldu) söz konusu olduğunda iletişim ilk ve en heyecanlı alanımız. Sadede gelelim, öfkemiz en çok nerelerde patlıyor ve en zayıf yerimiz neresi. Haydi başlayalım.
İlk olarak anlaşılmak konusunu dile getirelim. İkili ilişkilerde sorunların ve öfkenin kaynağı iletişimsizlik. Genelde anlaşılmadığını düşünen kişi, öfke nöbetine girer. O öfkeyle şayet içsel olarak özgüveni yüksek ise yakıp yıkan, ortalığı dağıtan, aşırı şiddet uygulayan ve güç gösteren bir karakter haline döner kişi. Özgüveni düşün biri ise ağlayıp, içine kapanan, susan, hastalanan bir karakter haline döner. Öfkenin diğer tüm duygular gibi kendi içinde farklı katmanları olduğunu fark ederseniz, acınızı da ortadan kaldırırsınız.
Bir sonraki öfke nöbetlerinin patlak verdiği yer ise kontrol etme ve mükemmeliyetçilik. Bu iki davranış modeli, kontrol edemediğimiz olaylar karşısında bizi öfke nöbetlerine sokar. Himayeniz altında olanları yönetmeyi ve kontrol etmeyi bırakamıyorsanız, şiddet her an sizinle kol koladır. Hayal kırıklığı, öz eleştiriye açık olamama, başkalarını kontrol altına alma çabası, hırs, güç ve toplumsal mevki için uğraşma çabası öfkeyi en üst seviyeye çıkartıyor. Buradaki öfkenin bizi en çok vuran yanı migren ve mide spazmları olmakla birlikte. Yoğun öfke patlamaları ile karşımızdaki kişilerin de canlarını yakabiliyoruz. Burada fiziksel şiddetten ziyade, yöneticiliğin verdiği bilgelikle karşıdaki kişinin canını yakacak eylemleri gerçekleştiriyoruz. Ateş düştüğü yakar ya buradaki yangın, genelde kişilerin yaşadığı; utanç ve hayal kırıklığını örtbas etmek için sarf ettiği keskin sözler ve eylemler ile duygusal, zihinsel ve ruhsal şiddet uygulayıp içsel öfkesini kusmayı seçiyor oluşu.
Kıskançlık ve haset duygusunun yarattığı öfke çeşidinde ise ikircikli davranışlar, içi yakan öfke, gizli gizli kuyu kazmalar öne çıkan davranışlar oluyor. Kıskançlık, içsel olarak hissedilen eksiklik duygusunun yansımasıdır. Eksiklik, özgüvensizlik, değersizlik duygusu ne kadar derinse öfke de o kadar yoğun oluyor. Kıskançlık aslında kendi içinde duyduğu “suçluluk duygusu” ile besleniyor. Suçluluk duygumuz, kendi hayatımızda eksik bıraktığımız şeylerle ilintili. Daha çok çalışmak, okulu bitirmek, para kazanmak, sevdiğimiz hobilerimizi gerçekleştirmek ve diğer eksikliklerimiz o işi daha iyi yapan birileri karşısında kıskançlık ve haset, öfkeyi besliyor.
Ve geldik yanılgıların yarattığı öfkeye. Burası önyargılar ile inşa ettiğimiz ve kafamızda kurguladığımız ama nihayetinde hayal ettiğimiz gibi sonuçlanmayan işlerin yarattığı öfke var. Bu kontrolcülükle ilgili değil tamamen kurguladığımız yarınların ya da işlerin tam tersi sonuçlanmasıyla ortaya çıkan öfkedir. Bu öfke hem kendimize hem de çevremizdeki insanlara zarar veriyor. Bu öfke açığa çıktığında o an çevremizde kim varsa ona çattığımız yetmezmiş gibi öfkemizi de genellikle en suçsuz olan kişiden çıkartırız.
Güvenlik alanımızın ihlal edilmesi de bizi öfkelendirir. Can güvenliğimizi tehdit edeceğini düşündüğümüz yerlerde örneğin trafikte üzerimize üzerimize gelen aracın şöförüne karşı aşırı bir öfke duyarız. Güvenlik alanının ihlaliyle birlikte haklarımızın yenildiği düşüncesi de yani haksızlıklara da öfkeleniriz. Her iki öfke yansımasının temelinde varlığımızın tehdit altında olması ve önemsenmemesi söz konusu olduğundan, buradaki öfke kimi yerde cinayetlere ya da şiddetli kavgalara neden olabiliyor.
Fiziksel ağrılarımızın yarattığı öfkemiz de kontrol edemediğimiz öfke türleri arasında yer alır. Gözümüzün döndüğü, duvarları yumrukladığımız, kafamızı başımızı sıktığımız ve o an dile gelen ne varsa bizi rahatsız ettiği ve öfkelendirdiği ağrının öfkesi de kontrol edilmesi mümkün olmayan öfkeler arasında yer alıyor. Ağrının yarattığı sancıların bize çarptığı yer her neresi ise oranın öfkesi de o kadar yüksek oluyor. Migrenin yarattığı öfkeyi onu deneyimleyenler bilir. Aile içinde migren nöbetleri geçirenler genele ağrının verdiği öfke ile ortalığı yıkıp geçer. İzlemiş olduğum bir belgeselde, seri cinayetler işleyen biriyle yapılan röportajı göstermişti, beyninde ur bulunan bu kişi o an açığa çıkan öfkeden gözü dönüyor ve karşısına ilk çıkan kişiyi parçalıyormuş. Beynine ait görüntüleri inceleyen doktorlar bunu doğrular nitelikte bilgiler veriyordu. Sunucu, şimdi bu adam katil mi? Yoksa bir rahatsızlığı yüzünden gözü dönen ve ne yaptığından haberi olmayan suçsuz biri mi? diye sormuştu. Belgeseldeki genel kanı, adamın affedilebileceği yönünde idi. Çünkü öfkesini tetikleyen şey bedensel bir rahatsızlıktı.
Gördüğünüz gibi öfke de diğer duygularımız gibi kendi içinde farklılıklar barındırıyor. Can yakanından entrika çevirtenine, manipülasyon yaptıranından laf sokanına, başkasına şiddet uygulayanından kendisine şiddet uygulayanına kadar her türde yansıması olan öfkeyi de tek bir duygu olarak yorumlamak, bizim iyileşme sürecimizi sekteye uğratır. Nelere öfke duyduğunuzu, öfkenizi neyin tetiklediğini fark ettiğinizde zayıf olan yanınızı da tespit etmiş olacaksınız. Onu düzelttiğiniz zaman, öfkenizi de şiddetinizi de yumuşatmış belki de ortadan kaldırmış olacaksınız. Kendinizi tanımak en büyük yolculuğunuzdur. Kendinizi tanımak için duyguları tanıyın…