Don Brown İmam-î Gazali Eleştirisinde Haklı mı?

“Yaklaşan bilim çağında dinin yok olmamasının tek bir yolu var. Bilimsel buluşları reddetmekten vazgeçmeliyiz. Kanıtlanabilir gerçekleri kötülemeyi bırakmalıyız. İnsanlığın ahlaki bir çatı oluşturmasına yardımcı olmak için engin tecrübelerimizden faydalanarak bilimin manevi ortağı haline gelmeliyiz. Gelecekte teknolojinin bizi birleştirmesini, aydınlatmasını ve yok etmek yerine yüceltmesini sağlamak için bin yıllık felsefeden, kişisel araştırmalardan, meditasyondan ve vicdan muhasebesinden faydalanmalıyız.”

“Sekizinci yüzyılda Bağdat şehri; tüm dinleri, felsefeyi ve bilimi, üniversiteleri ile kütüphanelerine kabul eden yeryüzündeki en büyük eğitim merkeziydi. Beş yüz yıl boyunca  şehirden dışarı taşan bilimsel yeniliklerin daha önce dünyada eşine rastlanmamıştı. Etkisi bugün bile modern kültürde hissedilir.” Don Brown’ın, Başlangıç romanında karakteri Edmond Kırch, “Nereden geliyoruz- Nereye gidiyoruz” isimli sunumuna böyle giriş yapar.

Günümüz bilim dünyasının dilini, sembollerini çoğunlukla Arapça terimler oluşturmaktadır: Vega, Betelgeuse, Rigel, Algebar, Deneb, Acrab, Kitalpha. Ayrıca, Arap dünyasının astronomları tarafından keşfedildiğinden dolayı, gökyüzündeki isimlendirilmiş yıldızların dörtte üçü de bu dildedir. Edmond Kırch’ın sunumu sırasında izleyicilerinin baktığı ekrandan, çok bilinmeyenli denklemin yanında “Cebir”, ardından çeşitli formüllerle birlikte “Algoritma” sözcüğü geçer. Dünyanın ufkundaki gösteren bir şemayla birlikte “Azimüt” sözcüğü görünür. Sonra Arapça sözcükler hızlanır: Nadir, Zenit, Simya, Kimya, Şifre, İksir, Alkol, Alkolin, Sıfır. Romanın baş karakteri Prof. Langdon sunumu izlerken, çoğu Amerikalının, bir zamanlar bilimsel ilerlemenin beşiği olduğunu bilmeden Bağdat’ı harap bitap bir Ortadoğu şehri olarak hayal etmesini acınası bulur.

“On birinci yüzyılın sonunda dünyadaki en büyük entelektüel keşifler Bağdat ve çevresinde yaşanıyordu. Sonra bunlar neredeyse bir gecede değişti. İslam tarihinin en nüfuzlu şahıslarından bir din Âlimi, yazdığı bir dizi ikna edici reddiye ve risaleyle Eflatun’un ve Aristo’nun felsefesini eleştirdi. Rivayete göre, matematiği “Şeytan Felsefesi” ilan etti. Bilimsel düşünceyi küçümseyen olaylar dizisi bu şekilde başlamış oldu. İncelemenin yerini vahiy aldı. İlahiyat üzerine çalışmak zorunlu kılındı ve İslam alemindeki tüm bilimsel hareketler çöktü.”

Edmond Kırch’ün sözünü ettiği bu İslam Âlimi’nin, İmam-î Gazali olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.  Don Brown’ın, karakterine söylettiği tespitler doğru mudur?

Endülüs-İslam düşünürlerinin, Avrupa’da felsefenin gelişmesine de önemli etkileri oldu. Avrupa, eski Yunan felsefesiyle Müslüman felsefeciler aracılığıyla yeniden buluşma olanağı buldu. İspanya’da yetişmiş İslam felsefecileri arasında Zaragoza doğumlu rasyonalist düşünür İbn Bacce (ö. 1138), İbn Bacce’nin öğrencisi Granada doğumlu hekim ve düşünür İbn Tufeyl (1106-1185) ve Cordoba doğumlu ünlü Aristo yorumcusu İbn Rüşd’ü (1126-1198) sayabiliriz. Batı’da Aristo’nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşd’ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latinceye çevrilmesiyle başladı. İslam tasavvufunda büyük bir yeri olan İbn Arabî de (1165-1240) Endülüslüdür.

On üçüncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren Endülüs’ün düşünce yaşamında görülen gerilemenin bu felsefecilerin artık hayatta olmamaları gibi çok sayıda emirliklere bölünmüş İslam toplumundaki çözülmenin de etkisi oldu. Fakat esas belirleyici olan İmam-î Gazali’nin geliştirdiği akımdır. Gazali (1058-1111), “İhya-i Ulum ud-Din” (Din Bilimlerinin Dirilmesi) kitabında, akıl yürütmeye dayalı eğitim ve öğretimin, din duygularını öldürdüğünü iddia eder, bilimsel düşüncenin egemenliği kırılmadıkça dinsel duyguların dirilmeyeceğini savunur. Kitabında genç Müslümanlara şöyle seslenir: “Ey oğul! Elinden geldiğince, hiç kimse ile herhangi bir konuda düşünsel tartışmaya girişme! Çünkü düşünsel tartışma, birçok yıkımlara neden olur. Zararı yararından büyüktür. Çünkü düşünsel tartışma ikiyüzlülük, kıskançlık, büyüklenme, düşmanlık, böbürlenme gibi çok kötü huyların kaynağıdır.”

“Tahafüt’ül-Felasife” (Filozofların Tutarsızlığı) adlı kitabında da felsefenin gereksizliği ve zararı üzerinde durur.

“…Akıl ile inancı uzlaştırmaya çalışmak boşunadır. Akıl ile inancın karşıtlığını kabul etmeyen düşünürler, kaçınılmaz olarak hakikatten uzaklaşacaktır. Tanrı’yı akıl ile açıklamaya çalışmak, Tanrı’yı yadsımaktır. Neden-sonuç ilişkisinin araştırılması, Tanrı’nın iradesini inkâr sonucunu verebilir. Akıl ve felsefe sorularına yanıt bulmaya çalışırken çelişkiye düşüldüğüne göre hakikate ulaşmak imkânsızdır.”

Gazali, akla dayalı düşünceye şöyle der:

“Aristo’nun felsefesini aktarırken, hem bu filozofları hem de onların İslam filozofları arasındaki İbni Sina ve Farabi gibi yandaşlarını imansızlar olarak addetmeliyiz… Örneğin bir parça pamuğun ateşle yandığını ele alalım. İnançsız düşünürler, pamuğu yakan şeyin ateş olduğunu söyleyeceklerdir. Bunu inkâr ediyor ve diyoruz ki: O pamuğu yakan ateş değil, pamuktaki siyahlığı ve kısımlarının ayrışmasını yaratan Tanrı’dır. Çünkü ateş, bir eylemi olmayan cansız bir şeydir; ayrıca ateşin yanmanın aracı olduğunu gösteren ne gibi kanıt vardır ki? Gerçekte Tanrı’dan başka bir neden yoktur, pamuğu yakan Tanrı’dır.”

Haçlılara karşı, Müslüman devlet yönetimi, sorgulayan, tartışan ve düşünenler yerine, kendilerine buyrulanı hiç sorgulamaksızın yerine getirecek insanlara gereksinim duymuşlardır. Bu bağlamda, toplumu egemenlikleri altına alabilmek için tarikat ve tekkeler biçiminde örgütleyerek Haçlılara karşı kullanmaktan başka kurtuluş yolu bulamamışlardır. Gazali’nin düşüncelerini ve öğretileri bu açıdan değerlendirildiğinde günün şartlarına uygunluğu elbette kabul edilebilir; fakat, tek doğru olarak İslamiyetin bu öğretide ısrarcı olması, Müslüman halkların üzerindeki karanlığın devam etmesine neden olmaktadır.

Romanın sonuna doğru Prof. Landon, Sagrada Famila Kilisesinin rahibi Bena ile ortak bir düşünce oluşturur ki, bugün içinde bulunduğumuz kaosa da çözümdür:

“Yaklaşan bilim çağında dinin yok olmamasının tek bir yolu var. Bilimsel buluşları reddetmekten vazgeçmeliyiz. Kanıtlanabilir gerçekleri kötülemeyi bırakmalıyız. İnsanlığın ahlaki bir çatı oluşturmasına yardımcı olmak için engin tecrübelerimizden faydalanarak bilimin manevi ortağı haline gelmeliyiz. Gelecekte teknolojinin bizi birleştirmesini, aydınlatmasını ve yok etmek yerine yüceltmesini sağlamak için bin yıllık felsefeden, kişisel araştırmalardan, meditasyondan ve vicdan muhasebesinden faydalanmalıyız.

Kitap: Bayram SARI

 

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir