Çocukluğumdan beri dinlerim, okurum ve duyarım; evrenin ya da varoluşun kendisinin Tanrı/Allah/Rab/Yehova olduğunu. “Gördüğümüz her şey onun kendisini bize gösterme şekli ve biz bunlara bakarak onun hikmetini anlarız” inanç modeliyle Yaratıcı kavramını zihnimde şekillendirdim… Büyüdüm farklı dünyaları görmeye başladım, oralarda da benzer şeyler söyleniyordu. Bazen tanımlar değişse de toplamda aynı şekilde ifade ediliyordu Yaratıcı kavramı…
İnsanlar; Yaratıcı (diğer tüm isimleri yazmak yerine sadece Yaratıcı diyeceğim) kavramına getirdiği tanımlar ile kendilerine farklı yollar çiziyorlar. İnsan çocuğu Yaratıcı konusunda kafası çok fazla karışık bir varlık. Her şeyde olduğunu iddia ettiği bir varlığa erişmek için binlerce öğreti ve yol icat ediyor. Binlerce terim ve organizasyon kuruyor. Manastırlar, dergahlar, ocaklar ve ibadet yerleri açıyor. Hatta bu konuyla ilgili üniversiteler bile kuruyor. Amaç ne, Yaratıcı’yı daha iyi anlamak ve ona günahsız varabilmek. Yahu tüm varoluş “O” ise hangi günahtan ve hangi varmaktan bahsediyorsunuz. Bu çelişki değil midir?
İnsan çok fazla anlam yüklüyor kendi yaratılışına. Hatta tüm evrenin düşününce bu kadar alem bu garip tür için yaratılmış olamaz diyorum kendi kendime. Hatta bir inanç diyor ki bütün alem onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı… Durup düşünüyor insan evvelden ahire var olan her şey bir insan için yaratılmış olabilir mi? Ya da bir düşünce hatta inanç için! Bu kavramlar ortasında insanlar kendi yolunu bulmakta tabi ki zorlanıyor. Aynı kitabı okuyan iki kesimden biri eline kılıç alıp insanları öldürüyor, diğeri ise kapanıp bir yere inzivaya çekiliyor. Aynı kitaptan iki uca nasıl erişebiliyor insan çocuğu kendisine sormalı bence. Bu arada Hristiyanlık, Müslümanlık ve Musevilikte de bu var. Her üç dinin de kendi içinde ilginç bir dinamiği var ve yansımaları bu iki ucu destekler nitelikte açığa çıkmakta. Günümüzde İslamofobi diye bir kavram dilden dile dolaşıyor fakat zamanında Katolik Hristiyanların yeryüzünde yaptığı katliamlar için kimsenin bir fobi cümlesi kurduğu yok. Hatta o Katolik Hristiyanlar halen misyonerlik faaliyetlerini sürdürüp, bazı kıtalarda diğer inançlara karşı savaşlar yürütmekteler. Neyse konumuz inançların eylemleri değil, Yaratıcı’yı tanımlama şekilleri zaten.
Sık sık önüme düşen bir hikaye var, “Bir manastırın kapısına gelip öğrenci olmak isteyen birinin önüne dolu olduğunu göstermek adına su dolu bir kap konur ve kapıdaki kişi de o kabın içine bahçedeki bir gül yaprağını koparıp koyar ve su taşmaz, bunu gören manastırdaki kişi kapıya gelen yolcuyu içeri alır.” Bu hikayenin anlatıldığı inanç ise Budizm, hani içimizdeki Yaratıcı’ya erişmek için Dünya’dan vazgeçen hatta bedenden bile vazgeçmemiz gerektiğine inanan inanç sistemi. Beden bir araç ise, manastırda araç değil midir? Beden yoksa, manastırda yok olmaz mı? Hangi mekan da kime ve nereye erişmeye çalışıyor ve çabalıyor İnsan Çocuğu. Kimse sormuyor mu? Kendimi terk edersen açığa çıkacak Yaratıcı, neden kendisini gizliyor içimde? Ya da tüm varoluşta O varsa neden çabaya, meditasyona, oruca, ibadete gerek duyuyoruz. Her şey ama her şey zaten O değil mi?
Tamtam çalıp çığlık atan ve iyi ruhları çağıran bir kabile ruhbanı, davul çalarak üst dünyaya erişmeye çalışan bir şaman, mantra okuyup içindeki Nirvana’ya erişmeye çalışan bir keşiş, namaz kılıp dua eden bir hoca ve haç çıkartıp insanları kutsayan papaz aynı ruhu ve varoluşu temsil etmiyor mu? Hepsi zaten O değil mi? O her yerde ve anda tezahür etmiyor mu? Bütün bunları bilerek, Ben, Sen, O diyerek ayrışmak sanki inanç değil de menfaat, çıkar, siyaset, para, aidiyet ve kendini bir şey zannetme egosundan kaynaklanıyor.
Bugün bir film (Ölümün Soluğu (God on Trial)) izledim, zaman bulursanız siz de izleyin lütfen. Film, Auschwitz’de tutulan bir grup tutsağın kendi aralarında Yaratıcı’nın varlığını sorgulaması üzerine inşa edilmiş. Bir şey dikkatimi çekti, Yahudi’ler 2021 yılındayız ve halen bütün bu evrene bakıp gerçekten kendilerinin seçilmiş özel topluluk/halk/ırk olduğuna inanıyor mu? Eğer buna inanıyor ve böyle yaşıyorlarsa insanlık açısından gerçekten çok tehlikeli bir durum değil mi sizce? Tabi mevzu sadece Musevilik inancı yaşayanlar değil, Müslümanlar da benzer bir yaklaşım sergiliyorlar, onlar da dünyadaki son insan Müslüman olana kadar cihadı yani adam öldürmeyi kendilerine misyon edinmişler. Hristiyanları zaten anlattık. Konumuz dinler değil insanlar ve onların inançları ama onların da toplamı her koşulda dine geliyor ne yazık ki. Çünkü inanç dediğimiz şey günümüzde sadece din ile örtüşen bir kavram haline döndü.
Ne diyorduk insan ve Yaratıcı ya da insanın Yaratıcı’yı algılama şekli. Herkes inandığı ve tasavvur ettiği Yaratıcı kavramını önüne koyup geri çekilip bakabilir mi? Baktığında ne görüyor acaba? Bir makalede denk gelmiştim, “Sekiz milyar insan varsa sekiz milyar da Yaratıcı kavramı vardır.” Herkesin Yaratıcı’sı kendisine münhasır özellikler taşıyor. Kimininki cezalandırıcı, kimininki korkunç acımasız, kimininki sadece sevgi, kimininki de gözlemci. Birileri yaşadığı acıları Yaratıcı’sının bir hediyesi olarak görür, birileri de madem bu kadar her şeye hakimsin neden bu acıları bana gönderiyorsun diye sorar.
Bazen, Yaratıcı’ya inananlar, onun yolu için katliam yapmayı göze alabilir ama ona hiç inanmayanlar bırakın insana, yaşama bile zerre zarar vermemeye çalışır. Kimileri kaos ve kötülüğün bir varoluş gerçekliği olduğunu iddia eder ve kötülüğün olmadığını söyler, kimileri de kaos ve kötülüğün olmadığı bir yaşamın hayalini kurar, bunun için mücadele eder ve isyan başlatır Yaratıcı’ya karşı. İşin ilginç yanı, kötülüğün olmadığını söyleyen yani her şeyin Yaratıcı’nın takdiri olduğunu iddia eden herkes ama herkes, cezalandırmanın, günahın, el kesmenin, hadım etmenin, hacca germenin, boyun kesmenin, yakarak öldürmenin de Yaratıcı’nın emri olduğunu iddia eder. Tezat değil mi sizce? Yani her şey onun takdiri ile oluyorken, onun takdiri ile ortaya çıkan şeyi bir insanın cezalandırması ona isyan değil midir?
Ne diyorduk? İnsan ve Yaratıcı… İnsan kendi içinde korkularıyla yüzlemedikçe ve gökyüzüne bakıp oranın içinde bir nokta olduğunu ve bütün bu varoluşun kendi bencil egosu için yaratılmadığını öğrenmedikçe sanırım, kötülük ve acı hatta kaos dünyadan hiç gitmeyecek. Sevginin tek gerçek ve şifalandırıcı hakikat olduğunu bilmesine rağmen. Yani güzel insanlar, oturup sizleri izleyen, tuvalete hangi ayağınız ile girdiğinizi takip eden bir Yaratıcı yok. Hatta, her çocuk Hristiyanların dediği gibi günahkar da doğmuyor. Hatta Hristiyan ya da Müslüman olmadığın için Yaratıcı seni kabul etmeyecek gibi bir hakikat de yok. İsrailoğulları’ndan yani Yahudi olmadığınız için Yaratıcı tüm gazabı Mısır halkı üzerine gönderdiği gibi sizin üzerinize göndermeyecek. Ama şu olacak, tüm bu dinlerin tarif ettiği Yaratıcı’ya inananlar sizin hayatınızı gerçekten cehenneme çevirecek, sizi katledecek, öldürecek ve kendi inancını dayatacak ve bundan zerre vicdan azabı çekmeyecek hatta cennetin müjdelendiği kişi olduklarını düşündükleri için de çok mutlu olacaklar.
Ve bütün bu olanlar, Yaratıcı’nın değil Yaratıcı’ya ithaf edilmiş olan İNSAN gösterisi bir oyundur. İyi seyirler…