İstemek duadır. Açık, samimi, gerçek, özgür “olmak” ise kabul olmuş duadır.
Niyetin ve duanın, esasen kendi kalbinin saflığına katkı yapmaktan öte fazlaca anlamları yoktur. Her şeyin adil, dengede ve tam da olması gerektiği şekilde – hayrına işlediğine iman ettiğin bir kainatta, dua artık gereksizdir. O vakit artık ne diye bir şey isteyesin ki? Yaşamak ve tam bir memnuniyet hâli içerisinde, sana gelenin hakkını vermek, yeterlidir.
İnsan bu kainatta, her şeyin adil, dengede ve tam da olması gerektiği şekilde – hayrına işlediğine iman ettiği noktaya eriyinceye dek elbette isteyecek, niyet ortaya koyacak ve dua edecektir. O nokta, seçmemeyi seçmek değildir. O nokta, istememeyi istemek de değildir. O nokta rıza noktasıdır. Üstelik öyle bir noktadır ki, bir rıza gösteren de rıza gösterilen de ve bir kavram olarak rızanın kendisi de orada hem yoktur hem de bir ve aynı şey olarak vardır. O nokta, insanın kendi kitabından okuduğu, anladığı ve her haliyle de kendini kendine anlattığı noktadır. İlim o noktadır ve gerisi de cahilliktir.
Cahil, elbette her isteği ile bunun ayırdında olmasa da esasında cehaletinin yarattığı acılardan kaçmayı ve huzura ermeyi murad edecek ve arayacaktır. Cahil, her defasında kendi duvarlarına çarpmak ve her çarptığında, kendini (özgürlüğü) aramak dışında bir seçeneğe sahip değildir.
Ve dua, henüz kendimi bilmiyor oluşumun ve yolda oluşumun teyididir. Tüm dua, kendini aramak üzeredir. Yola da yolcusuna da selam olsun.