Kelimeler önce yüreğe düşer, zihinde canlanır ama çoğu zaman dudaklardan dökülmez. Dudaklara koyulan bu mühür neden vardır? Yüreğinden geçenleri söylemek neden zor gelir insana? Konuşup her şeyi anlatmak ve anlaşılmak varken insanın kendine olan bu korkaklığı neden? İnsanız işte! Olabildiğince dürüst! Olabildiğince suskun! Olabildiğince medeni! Ve olabildiğince maskeli!
Duyabiliyorum… Biliyor Musun?
İkili ilişkilerde çok defa karşılaştığım bir durumdan bahsetmek istiyorum. İster iş arkadaşınız ister okul arkadaşınız ister flörtünüz, isterseniz ailenizden bir kişi olsun ikili ilişkilerde çok dikkatimi çeken bir davranış şekli var. Çoğu zaman ya karşımızdakine ayıp olur düşüncesiyle ya da ilişkimiz biter korkusuyla, düşüncelerimizi ve hislerimizi karşı tarafa söylemeye korkuyoruz. Söyleyebileni de bazen kendini beğenmiş etiketini yapıştırıp, tüm eleştirilere kapatıyoruz kendimizi hatta o kişiden hızla uzaklaşıp kendi yolumuza bakma eğilimi gösteriyoruz. Tabii ki kimsenin kırılmasını istemeyiz. Buraya kadar her şey normal. Fakat söylemediğimiz, içimizde farkında bile olmadan biriken kelimeler dağ gibi olduğunda içimizde patlamaya hazır bir volkana yol açtığımızın ne zaman farkına varacağız? Ya da her şeyi geçin, söylemediğimiz her bir kelime o kişinin tökezlemesine bile yol açabilir. Hem konuşmadığınız zaman somut bir kanıt olmadığını mı sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz.
Bazen hiçbir şey söylenmese bile o kadar çok şey duyarsınız ki kulaklarınız patlar, kanar çığlığından! Kelimeler olmadan da duyar insan. Anahtar deliğinden içeri girer zehir… İçinizdeki zehri yok edecek bir panzehir yaratamazsanız günden güne tüketir sizi. Bazen kelimeler olmadan da anlarsınız ufkun ulaşılmaz güzel olduğunu! Güneşin doğuşu da batışı da ayrı güzeldir. Sadece dostça renklerin güzelliğinin farkına varmak gerek…
Siz konuşmayı tercih etmedikçe olayların kendi kendine düzelmesini beklemek nasıl bir şuursuzluktur anlam veremiyorum. Öyle insanlar tanıdım ki karşıma alıp rahatsızlığımı dile getirmeye çalıştığımda dinlermiş gibi yaptılar ama beni duymadılar bile ve hızla siyah beyaz, keskin köşeli dünyalarına geri döndüler. Samimiyet herkesin kaldırabileceği bir olgu değil maalesef! Samimi oluşunuz egolarını sarsar. Siz tüm iyi niyetinizle ve şeffaflığınızla karşılarına çıkarsınız. Onlar bırakın gerçeği kabullenmeyi, kendinizden bile şüphe etmenizi sağlayacak şekilde sizi maniple ederler. ‘’Mış’’ gibi yapmaya devam ederler ve medeniyet çatısı altında maskeli yüzlere bakmaya devam edersiniz. Hatta üstüne bir de samimi olduğunuz için sizi zayıf görürler, silik ilan ederler kendilerince. Bunu çok net hissedersiniz. Bir defa denemişsinizdir, karşınıza alıp konuşmaya çalışırsınız ve karşınızdaki kişinin sizin olduğunuz gibi, bırakın şeffaf olmasını beklemeyi, duygu ve düşüncelerini kaldırıp kapalı bir kutuya kilitler, anahtarlarıyla birlikte dipsiz bir kuyuya atıverir. Sonra da zaman onu kurtarır diye bekleyip durur. Farkına bile varamaz duygularının nefessizlikten boğulmasına sebep olduğunun. Farkına bile varamaz dipsiz kuyuya inmenin ne kadar zahmetli olacağının… Farkına bile varamaz karşısındaki kişinin sadece beraberce çözüm sağlamak istediğinin. Ama anlayamıyorum işte dostça dile getirememek neden? Ne kadar samimisiniz kendinize? Her şeyi sevgiyle kabul ettiğinizde kuş gibi hafifleyip, samimiyetin sevgiyi daha da derinleştireceğinin farkında olamıyor musunuz? Kinin, içten içe beslenen nefretin sadece size zarar verdiğinin farkında mısınız?
İnsan kendi istemediği sürece ne kadar el uzanırsa uzansın, çıkamaz saplandığı bataklıktan. El ele yardımlaşarak düze çıkmak varken, kibir sadece yok olmanıza sebep olur. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Her şeyin farkında olup yine de insanın egosuna bile bile yenildiğini görmek, yüz yıllık bilenen gerçeklere rağmen ders alamamak gerçekten çok ilginç.
Bütün meselemiz sadece samimiyetsizlik ve iletişimi reddetmek. Bu iki problemi aştığımız sürece bence dünya çok daha samimi, renkli ve sevgi dolu olacaktır.