Bir döngü biter ve bir yenisi başlar. İstesek de istemesek de, farkındalıkla ya da değil. Sonuçta ne olursa olursa olsun ya da ne olacaksa olsun göreceli olan ya da olmayan tüm etik ilkelerin özünü oluşturan, insan fıtratının gereği olan vicdanın sesinin, ‘iyi temelli’ ‘güzel temelli’ bir gereklilik meselesi olduğunun içselleştirilmesidir. Kırmızı çizgi budur.
İnsanım ben unuturum. Neyi unutmadım ki! Bildiğim şeyleri unutmuşum. Biri bahsedince hatırlıyorum ancak; evet bildiğim bir şey daha bu…Nerden mi anlıyorum? Durumu zihnimin kavrama yetisinin derecesinden. Duyguyu iliklerime kadar hissetmemden.
Öyle bir zamandayız ki artık kitaplar bilgiler her şey açık ve seçik ve artık her şey ulaşılabilinir. İyi hoş da bugün bu gelinen nokta çok mu başarılı? Ne derece bir seviye atlayabildik bu kadar bilgi bombardımanına karşılık! Bu teknoloji ve bilgi birikimiyle daha ileri bir düzeyde olmamız gerekmez miydi?
Bazı istisnai insanlar dışında (onlara anca gıptayla bakılır) insanların çoğu alt bilinç düzeylerinde; bu benim araba şu senin araba bunu konuşurlarken bir azınlık grup da var ki deyim yerindeyse arafta kalmış da bir sıkışmışlık hissi…
Geçmek süresiyle cebelleşiyorlar.
Çok zor söylemesi. Anlatması bile can sıkıntılı. Modern zamanların oksijensiz havasını solumalarının kendilerinde oluşturduğu toksik etki diğerlerinden epey bir fazla. Bu artık sonbahar geldiğinde yaprağın yeşil halini bilen ama sonbaharda da sararıp dökülmesini izleyen birinin yaprağın yeşil halini unutup sarıya bakarken ki gözlerindeki ‘sevgisiz hüzün’ü görebiliyor olmakla ilgili birşey. Ya da her regl döneminin sana verdiği mesajların arkasından öylece bakakalmakla ilgili. İşte geçmek süresi… Geçmek süresi zaman kavramı olan bu dünyayla ilgili. Hepimiz bir an önce bir şeyler geçsin istiyoruz. Bir sonraki seviyede atıyor kalbimiz. Gelinen farkındalık düzeyinden çok daha fazlasını istiyoruz çünkü var biliyoruz. Ama gerekeni yapma konusunda geçme süresini hesaplıyoruz! Buralar gerçekten cehennem. Belli bir saatten sonra da toksisiteden uyuşuyoruz. Acıyı hissetmiyoruz. Kimimiz bir köpeğin acısını hissedemiyor kendi uyuşkunluğundan kimimiz de o kadar uyuşuyor annesinin babasının acısını hissedemiyor.
Doğaya uyuşkun insanlara uyuşkun kendine uyuşkun hayallerine uyuşkun yapmak istediklerine uyuşkun… Ve artık erteliyor…Kimi bilerek elveda diyor uyuyan tüm güzel olasılıklara, kiminin bilinçdışı yürütüyor bu süreci. Kendimizin en iyi versiyonuyla ertelediğimiz tüm güzel olasılıklara…
Nazımın en güzel şiiri de işte bu muydu:
“En güzel deniz, henüz gidilmemiş olanıdır
En güzel çocuk henüz büyümedi…”
Kaleminize sağlık Emine Hanım
Evet acılardan ya da başka şeylerden varlığımız ile olan kopukluğumuz ne yazık ki hislerimizi köreltiyor.
Kalbimizi taşlaştıyor geçmişin izlerinden zihnimizi kurtaramadığımız vakit.
Kendimizi sadece beden ve zihin olduğumuz cehaletinden kurtarabildiğimizde kurtuluşa ereceğiz inşallah insanlık olarak.
Sevgiler