Bu dünyaya ne yapacağımızı bilmeden gönderildik…
Sonra bize hep bir şey yaparak yaşamamız gerektiği öğretildi…
Hiçken hep olmak nasıl bir şey, bilmez haldeydik; başlarda dediklerini yapmaya çalıştık…
Aslımızın hiç olduğunun bilincinde değildik; doğal olarak çabaladık durduk…
Yaşlar ilerledikçe bocalamaya başladık; aslı hiç olan bir varlığın hep olma çabasının ne kadar anlamsız olduğunun şokunu yaşadık…
Hep olmamız gerektiğini söyleyenlerle hiç olduğumuzu hatırlayanlar arasında sıkıştık kaldık; karpuz gibi ortadan ikiye ayrıldık…
Bazılarımız ilk grubun dediklerini yaptı, hala yapmaya devam ediyor…
Bazılarımız ise ikinci grubu dinledi; hiçliğin gerçekten ne olduğunu deneyimlemeyi seçti…
Hep olmayı seçenler hiç olmayı seçenleri tembellikle suçladı…
Hiç olmayı seçenler de hep olmayı seçenleri hırslı olmakla…
Oysa ortada suçlayacak ya da suçlanacak kimse yoktu; her iki yolu seçen de aynı yere gidecekti…
Hiçliğe…
Ortada haklı ya da haksız kimse yoktu sadece olan vardı…
Seçimler sadece süreci etkiliyordu; gidilen yola başka bir etkisi yoktur…
Çünkü ortada sadece hiçlikten hepliğe, heplikten hiçliğe kıvrıla kıvrıla giden bir yol vardı…
Birlik içinde yürümemiz gereken tek bir yol…
Birbirimizden ayrılarak, kendimizi ayrıştırarak yürümek anlamsızdı çünkü sonuçta o yol tekti ve hepimiz oradan yürümek zorundaydık…
Aslında yapmamız gereken tek şey, kıvrıla kıvrıla giden o yolda hep birlikte yürüyerek kestirme çıkışı bulmaktı…
Çünkü bizi O’na götürecek olan o yoldu…