Bazen hiç bitmeyecekmiş gibi gelir kötü günler, savaşlar, ekonomik buhranlar, hastalıklar, aşırı soğuk geçen kışlar ve hatta sevmeyenler için yaz bile. An gelir sıkılırız, bunalırız, dayanamayız, isyan ederiz. Bu kötü günler geçip gittiğinde ise yaşadıklarımızı unutup “nasıl gidiyor hayat?” diye sorulduğunda “nasıl olsun hep aynı” diye yanıt verir, bu kez de olaysız, sorunsuz geçen günlerden şikâyet ederiz.
Oysa her şey geçer, her şey biter. En mutsuz olduğumuz günler de, hayatımın en güzel günü dediklerimiz de. Bir hocam hayat kalp ritmimize benzer demişti; o ekranda gördüğümüz zikzak şeklindeki çizginin bir aşağı bir yukarı gidip gelmesi kalbimizin attığını yani yaşadığımızı gösterir. Yaşam da böyle bir aşağı bir yukarı taşır bizi yaşananlarla. Ekrandaki çizgi düz bir hal aldıysa, yaşamıyorsun demektir. O halde şikayetçi olmayacağız iniş çıkışlardan. Her iniş çıkış bize apayrı deneyimler yaşatacak ve akıl sahibi olarak bunlardan bir şeyler öğrenip öncekinden olgun ve erdemli hale geleceğiz.
“Bu da geçer ya hu” diye diye atlatılmış savaşlarla geçen yıllar, büyük servetleri ellerinde kalmayan nice hükümran da bu sözü hatırlayıp uyanmış uykusundan.
Doğayı örnek almayı unuttuğumuz için her şeyi kendi istediğimiz yönde olacak şekilde kontrol edebileceğimizi sanıyoruz belki. Oysa yapmamız gereken doğayı taklit etmek: Sonbahardan kışa hazırlanacak, dökeceksin yapraklarını, bütün enerjini köklerine ve gövdene vererek soğuğa direnecek, köklerine suları depo edeceksin. Sonra ilkbaharla birlikte dallarını yeşertecek, çiçek açmaya başlayıp meyve vermeye hazırlanacaksın. Havaların ısınmasıyla meyvelerin taşacak dallarından. Hepimiz bazı mevsimleri diğerlerinden çok severiz belki. Peki, bu mevsimlerden hangisi kötüydü? Hepsinin bir amacı ve arzusu var. Bir görev paylaşımı, süreci var. O kadar sonuç odaklı yaşıyoruz ki bu süreçleri görmüyor, yaşamın asıl keyifli yanını kaçırıyoruz belli ki. Böylelikle yaşamımızın her alanında da yalnızca sonuçları görüyor, bunları iyi veya kötü şeklinde etiketliyor ve bir hükme varıyoruz.
Bir hocam da “ağaç gibi esnek olun” derdi. Bir ağaç çokça rüzgâra, kara maruz kalır fakat her seferinde dalları kırılmaz. Üzerinde ağırlığı taşıyacak ve rüzgârın estiği yöne doğru eğilerek dallarının kırılmasına engel olacak kadar esnektir.
Bir başka hocam da “olayla olay olmayın, olanı gözlemleyin geçin” derdi. Odağınızı, size yaramayacak hiçbir faydası dokunmayacak bir duruma neden çeviresiniz ki? Bir olaya takılıp kalmak, o olayın bünyesindeki enerjinin peşimizi bırakmaması demek. Bir kartopu yapıp eve götürmek için çantana koymaya benziyor. Bir müddet sonra kartopu eriyecek, sen onu evine götürememekle kalmayacak eve yamyaş bir çantayla gideceksin.
“Bu da geçer” inancımız yoksa, her şeyin sonsuza dek süreceği yanılgısına düşer, “olayla olay olur”, bir rüzgarla dallarımızın kırılmasına neden olacak kadar esnekliğimizi yitirebiliriz. Bunlar da geçecek; savaşlar, krizler, salgınlar, hastalıklar… Ama bu demek değil ki bu tür olay ve durumlar bir daha yaşanmayacak. Biz bilinçli farkındalığımızı yükseltip kolektif bilincin yükselmesine katkıda bulunana kadar bunlar yaşanacak. Bunun yapabileceğimiz en basit şey sözlerimizi değiştirmek zira sözlerimiz durumlara yaklaşımlarımızı, inançlarımızı, düşüncelerimizi ve nihayetinde kaderimizi değiştirme gücüne sahip.
Güzel sözler söyleyip iyiye ve güzele yönelerek, ışığımızı yayarak, bir ağaç gibi esnek olup yaşamın ritmi ile dans edip, gözlemlediklerimizden bir şeyler öğrenerek tekâmül yolculuğumuzda birlikte ilerlemek ümidiyle… Çünkü her şey geçer, hayat kalır!