İnsanın kendi dünyasında bir zanaatkar olması gerekiyor. Çünkü işlemesi ve dönüştürmesi gereken bir varlığı var. Fakat sistem onu öyle hallaç pamuğu gibi savuruyor ki uyanıp kendini fark etmesi neredeyse imkansız hale geliyor. Aile içi terbiye ile başlayıp, okuldaki eğitim sistemi ile evirilip, toplumsal baskı ile deforme olarak benliğinden ve özünden bütünsel bir kopuş yaşıyor.
Çok nadir insan nehrin tersine yüzüp kendi hakikatini bulmaya çalışır. Çünkü nehri terse yüzerek kaynağa ulaşmak çok zor hatta kimi zaman imkansızdır. Bu yüzden, akışa teslim olup daha fazla savrularak yaşamak hem daha kolay gelir hem de daha bilgece. Sonrasında, akışın köşelerini tutmaya başlayanlar çoğalır ve onlar da bilgelik satarlar, yol bulmak isteyenlere.
Akışın köşe başlarına yerleşen kişi ve öğretiler kendi sonuca ulaşamamış gerçekliklerini yani kendi kaçışlarını akıştaymışçasına ve gerçekmişçesine çevresine yaymaya başlarlar. Öyle ki kendisini bu süreçte, üstat, ermiş, özgürleşmiş, teslim olmuş gibi göstermekten de çekinmezler. Yaptıklarına baktığınızda ve gerçekten gördüğünüzde onların da nehri yüzmekten vazgeçen fakat öğrendiği bir iki bilgiyi sağa sola satan, kendini bulamamış karakterler olduğunu anlarsınız.
İşin ilginç yanı üç beş hareket öğrenip, birkaç kelam etmeyi bilenlerde hoca olarak ortalıkta cirit atıyor. Maddesel boyutta zenginliği ve genel duruma göre lüksü yaşarken, insanlara maddeden vazgeçmeleri gerektiğini, fiziksel bedeni terk etmenin (sevişmekten de kendilerini alıkoymuyorlar bu arada) aydınlanma için gerekli olduğunu, nefs ve nefes ile idrak seviyesinin arttırılması gerektiğini de dipnot olarak düşerler. Özgürleş diye bağıranların sosyal yaşamlarına bakarsanız, pek de özgür olmadıklarını görürsünüz. Modern çağın bilge dervişleri gibidir hepsi. Arabası vardır, iyi bir semtte evi vardır, güzel bir sevgilisi vardır, çocuğunu özel okula gönderir, orta sınıfta yaşar, bol bol tatile gider, sana anlattıklarından çokça para alır ve günün sonunda sana “özgürleş” der.
Öğretiler, siyasi fikirler ve inançlar gibi sömürüye ve kandırmaya inanılmaz müsaittir. Gerçi kandırılmak isteyenler onları bu hale getiriyorlar bu ayrı konu yine de öğretinin aydınlanmış dervişleri müritlerini eksik gösterecek aşırı iyi ve mükemmel tavırlarını biraz törpülemelidir derim. Şeyhi gibi olmaya çalışan ve olamayacağını düşünüp pes eden müritler çoğalıyor. Bu aydınlık bir yarını değil karanlık bir geleceği işaret ediyor. Bunu tarihin tüm detaylarında görebilirsiniz. Fikrin mucidinin devamında onun gibi olmak isteyenlerin yarattığı kaoslarla dünya sürekli savaş halinde ve kavgalar bitmiyor. En barışçıl öğreti olan Budizm’de bile onlarca mezhep ortaya çıkmış ve içlerinde savaşıp insan öldüren akımlar oluşmuştur. Önce Hristiyan sonrasında da Müslüman inanışa sahip din yöneticilerinin yarattığı savaşı ve işledikleri/işlettikleri cinayetleri de buna eklerseniz, bütün gerçeği en çıplak haliyle görmüş olursunuz. Yanağına bir tokat atana diğer yanağını çevir diyen Hz İsa’nın takipçisi olduğunu söyleyen din adamlarının, dünyayı Hristiyanlaştırma çabalarının sonucu olarak Avrupa’da ve Afrika’da yaptıkları katliamların haddi hesabı yok. Pagan ve Kelt inançlarına sahip halkların bu Hristiyan öğretiler yüzünden neler yaşadığını da birazcık araştırırsanız bulabilirsiniz.
Neyse konumuz din değil “İnsanın kendisini bulma” hikayesinde karşılaştığı hocalar, dervişler, şeyhler, üstatlar ve diğerleri ile kendisini sorgulayıp yoldan çıkıp, kendisini yetersiz hissedip tekrar ruhunun sancısını çoğaltarak yaşamına devam etmesi üzerineydi. Bunun da en büyük sebebi yani kaynağı bulandıran şeyi anlatmadan ana fikri anlatmak eksik kalırdı. Evet, mutlak aydınlanma, karanlık, ışık, farkındalık, kaynağa ulaşmak, kendini bulmak yani “Ben kimim?” “Bu dünyaya neden geldim?” “Bunları neden yaşıyorum?” ve daha birçok sorunun yanıtını bulması için çıktığı yolda, yine kendisi olamayacak şeylerle karşılaşıyor insan. Bu işi tek başına ve kendiliğinden çözemeyeceğine dair inancı -ki bu çocukluğundan itibaren kodlanmıştır.- yüzünden, birçok öğretinin ve üstadın kopyası olur çıkar.
Kopya kimlikler, mış gibi ermişler ve sorgulamaktan zihni yanan insanlar ile bütünsel aydınlanmadan söz edilmesi de ayrı bir yazı konusu. Bu şuna benziyor Rusya’da 1917 Ekim devrimi sonrasında emeğin mutlak gücünün dünyayı güzelleştireceği ve iyileştireceği söylenir. Fakat süreç içerisinde bu konuyu yanlış anlayan birileri yüzbinlerce insan öldürür “karşı devrimci” diyerek. O devrim fikrini ortaya atanın böyle bir düşüncesi yoktu ama onun ideallerini büyütmek ve ondan daha iyi olmak isteyen müridinin “insan avı” bir katliam gerçekleştirmiştir. Gördüğünüz üzere insanın kendi yolculuğunda hedefe ulaşmak için seçeceği yolların hepsinde “mürşit ve mürit” ilişkisi yaşanıyor ve genelde mürşidin devreden çıktığı yerden sonra müritleri yaşamı kana buluyor.
Mürşidin mi hatası? Müridin mi eksikliği? bilinmez. Fakat bilinen bir şey var ki her öğreti saflığını ve bilgeliğini yitirerek büyür ve büyütülür. Her öğretinin içinde kocaman egolu insanlar vardır. Ben yaptım oldu, o yaptı oldu, sen de yapabilirsin diye bağıran çağıran çığırtkanlar vardır. Bunları gördüğünüz anda ve her yer bunlarla dolu iken ne yapacaksınız peki? İşte can alıcı soru bu?
Ne yapmalıyım?
- Yargılamadan izle ve gözlemle,
- Gördüğün her eylemi kendinle eşleştirme yani ben olsam böyle yapardım demekten vazgeç,
- Çok oku… Birbirinden farklı kaynaklardan beslen, Zıt ideolojileri ve zıt inançları oku, izle, dinle ve onların ne anlattıklarına bak. Burada kendi inancın ve fikrini ortadan kaldır her okuduğunu, dinlediğini, izlediğini ilk defa duyuyormuş gibi yorumla,
- Kendinle ilgili gördüğün olumlu ve olumsuz olarak nitelediğin her şeyi yaz… Sonra seni en yakından tanıyanlara sor, beni nasıl tanımlarsınız diye. Bırakın herkes en olumsuzunu yazsın ve söylesin… Böyle mi görünüyorum diye kendinize bir bakın… Nedenlerini bulmaya çalışın.
- Korkularınızı, inançlarınızı, takıntılarınızı, hayallerinizi yazın… Bunları nasıl edindiğinizi hangi yaşta deneyimlediğinizi bulun ve onları şu anda deneyimlerseniz tepkinizin ne olacağını bulun.
- İnsanların düşüncelerini ve eylemlerini kendinize gerçeklik olarak almayın, süzgeçten geçirin, doğanıza uygun olmayanları atın ve kendinize daha uygulanabilir bir yol seçin
- İnsanlık tarihini okuyun, inançların tarihini okuyun, dünyayı ele geçirmiş ideolojilerin tarihlerini okuyun arada zihniniz dağılsın diye sanat tarihini de katın okunacaklar arasına. Bunlar için kitaplar almanıza gerek yok, internet üzerinde yüzbinlerce hatta milyonlarca kaynak var. Sadece araştırmayı öğrenin yeterli bilgi karşınıza çıkacaktır. Türkçe olmasına da gerek yok, Google Translate ile çok yüksek düzeyde doğruluk oranı ile o bilgilere erişebilirsiniz.
- Hayvanları, ağaçları, gökyüzünü izleyin. Belgeselleri kendiniz yani bir insan olarak değil, belgeseldeki canlı olarak izleyin, sizi gözlemleyen ve izleyenler hakkınızdaki düşüncelerinizi fark edin.
- Felsefe, psikoloji, sosyoloji kavramlarını araştırın. Bireyler ve toplumlar üzerinde yapılan sosyolojik deneyleri araştırın ve oradaki düşünceyi, mantaliteyi, fikri, eylemi anlamaya çalışın
- Yemek, spor, hareket etmek yani bedeninizi ilgilendiren şeyler konusunda sizi bariz şekilde rahatsız eden şeyleri fark edin, oturmak ve hareketsizlik rahatsız ediyorsa kalkın yürüyün, aşırı yemek düşünce boyutunda rahat ediyorsa azaltın gibi.
- Farklı türlerde müzikler dinleyin. Etnik, klasik, arabesk, pop, rock, metal, caz, blues, halk, sanat, folk müzik ayırt etmeyin her birinden en azından bir parçayı dinleyebilirsiniz
- Sergileri gezin, şu anda bu gezi pek mümkün değil fakat internet üzerinde çok fazla resim ve heykel sergisi var onlara bakın. Sanat akımlarını araştırın, niyetleri ve amaçları neydi, hangi duyguya hitap ediyorlarmış öğrenin ve o görsellere bakınca sizde ne tarz duygular açığa çıkıyor gözlemleyin
Yapacak çok şey var anlatılacak da… Dikkat ederseniz tüm saydığım maddeler siz ve akıp giden yaşam arasında. Bunlar kopan bağınızı tekrar kurmak üzerine. Bunlarla bağ kurmaya başladığınızda, size dayatılan değil, sizin seçip benimsediğiniz düşünceler, sanatsal yaklaşımlar, kültürel eğilimler ortaya çıkacak. Hiç dinlemediğiniz ve size düşmanca gelen bir ideolojinin müziğini sevmeye başlayabilirsiniz. Bundan dolayı kendinizi yadırgamayın, bir olmak denen şey tam olarak budur. Akışta olmak denen şey de…
Haydi bildiğiniz, öğrendiğiniz, öğrendiğinizi sandığınız her şeyden soyunup, yeni bir sizi giyinmeye başlayın. Kaynağınız pırıl pırıl olacak ve kendinizi o zaman çok net göreceksiniz… Takıldığınız yerde de düşmeye izin verin ve çevrenizdeki mesajları (gazete, kitap, müziğin sözleri, reklam panoları, insanların sohbetleri, bir çocuğun çığlığı, iki hayvanın kendi arasındaki mücadelesi gibi) gözlemleyin, cevabınız hemen orada duruyor. Orada da bulamıyorsanız tekrar başa sarıp, yeniden başlayın. Hayat çok ama çok eğlenceli ve güzel ve sizde çok güzelsiniz…
kaleminize sağlık üstad..