Ruhsal uyanış ya da aydınlanma, bilinçte gerçekleşen ani bir genişleme veya değişimdir. Kısacası bilincin evrimidir. Bilinç aslında çok maddesel bir tanımdır. Biz bu farkındalığı bilincimiz aracılığıyla sağlarız ama aslında bu farkındalık daha derin bir yere kaydolur. Spiritüalistler buna Akaşik Kayıt (yaratılışın başından sonuna kadar tüm bilgiyi içeren bir tür arşiv) derler. Yani ruhumuzun şu zamana kadar geçirdiği tüm hayat deneyimlerinin kaydolduğu bir sistem düşünün. Üstelik sadece ruhumuzun tekâmül bilgileri değil, tüm evrensel kayıtlar da mevcut.
Ruhsal uyanışı bilinçte genişleme ve değişim olarak tanımladık. Peki, bu genişleme ya da değişim nasıl meydana gelir?
Bu genişleme ya da değişim günlük yaşamımızda karşılaştığımız çeşitli durumlar ile paralel bir şekilde gerçekleşir. Tabi bu durumlar aynı zamanda nedensellik ilkesiyle birlikte hareket eder. Nedensellik ilkesi ise karmaya bağlıdır. Yani önceki hayat deneyimleri ile aşılamamış bazı deneyimler tekrardan bu sefer başka yollarla insanoğlunun kapısını çalar. Amaç, insanın onu aşmasıdır. Tabi bu da bilinç genişlemesine ruhsal uyanışa yardım edecektir. Örneğin; Kaza geçirip bir uzvunu kaybeden insanın, intihar etmek yerine hayata tutunup; bunu başarılmış bir sınav olarak görerek etrafına da bu anlamda olumlu hisler ve bilgiler aşıladığı zaman, bu kişinin bilincinde bir genişleme yaşandığını söyleyebiliriz. Aslında çevremizde bu duruma örnek olan insanları zaten görüyoruz. Ama ben bir yaşanmış bir örnek olan Amy Winehouse’u vereceğim. Biliyorsunuz Amy çok genç yaşta uyuşturucu yüzünden hayatını kaybetmiş kıymetli bir sanatçıydı. Bu hepimizde üzüntü yarattı ve böyle genç ve yetenekli bir kadının uyuşturucunun batağına batıp, hayatını mahvedişini beraber izledik. Kimimiz buna sebep olduğunu düşündüğümüz eşini suçladık, ama ne olursa olsun bu onun tercihiydi. Belki de Amy, bu şekilde ölümü seçerek hepimize bir mesaj verdi; kim bilir… Fakat Amy’nin ölümü sadece bir trajedi olarak kalmadı. Babası Mitch Winehouse, kızının ölümünden sonra çok güzel bir şey yaptı. Kızının adıyla bir yardım derneği kurdu ve ona ‘Amy Winehouse Foundation’ adını verdi. Bu dernek ile kızı gibi uyuşturucu bağımlısı olan insanları bu bağımlılıktan kurtarmayı amaçladı. Başarılı da oldu. Sevgili Amy, belki de bir yerlerden, ölümünün ne kadar hayırlı bir olaya vesile olduğunu görüp, huzur buluyordur. Buradaki örnekte, Amy’nin babası kızının ölümünden sonra kendini kaybedebilir; hatta öldürebilirdi. Ama o insanlara kızının adıyla yardım etmeyi seçti. İşte böylece bilincinde bir değişim oldu, üstelik sadece kendi bilincinde de değil; kolektif bilincin de değişimini sağladı. İnsanlar ona kızını kaybetmiş acılı bir baba olarak bakmaktan ziyade, onun hayata tutunmasını ve kızı gibi uyuşturucunun batağına düşmüş nice genci kurtarıp güzel işler yapmasını izledi ve ders aldı. Acımak yerine, sevgi duymak ve cesaret vermek, hangisi daha iyi? Amy’nin babası böylece ruhsal anlamda da uyanışını gerçekleştirdi.
Aslında hepimiz dünyaya gelirken, nihai amaç olan ruhsal uyanışı gerçekleştirmek ve tekâmül sınavını başarıyla verme peşindeyizdir.
Tekâmül sınavını vermek ve artık bu dünyaya geri dönmemektir. Spiritüel konularla ilgilen kişiler bunu bilirler. İnsanoğlunun amacı bu dünyaya gelip çeşitli sınavları geçmek ve olgunlaşmaktır. Peygamberler bu konuda bir çeşit örnektir aslında. Onlar bize bu tekâmülün nasıl yapılabileceğini, o zamanki toplumların bilinç düzeyine uygun bir şekilde, çeşitli doktrinler ile aktarmışlardır. Dinler de aslında bunun için oluşturulmuştur. Ne kadar şu anda bozulmaya uğrasalar da, içlerindeki öğretiler insanın ruhsal uyanışını ve olgunlaşmasını sağlamak için yapılması gereken dinsel vecibelerle doludur. Farkındalık sahibi olan bir insan bu vecibelerin aslında Allah’ın kendisine hizmet eden insanları görmesinden çok, insanlara nasıl olgunlaşacağını öğretmesi olduğunun farkına varır. Fakat bilinç anlamında daha aşağıda kalan insanlar için bunların zorunlu hale gelmesi ve Allah’ın eğer bunları yapmazlarsa onları cehennemine atacağını düşünmeleri ya da iyi şeyler yaparsa ve vecibelere uyarlarsa cennetine alacağını düşünmeleri de bir sistemdir. Onların bilincine göre bu doğrudur, olması gereken budur. Onlar da bu şekilde tekâmül basamaklarını çıkarlar.
Tekâmül ve ruhsal uyanış birbirinden kopuk değillerdir. Birbirleriyle tamdırlar.
Tıpkı yukarıdaki Amy örneğinde olduğu gibi, Mitch Winehouse’un intiharı seçmemesi ve güçlü durup, yardım derneği kurması, tekâmül basamağını atlamasıdır. Yani bu sınavı vermesidir. Bu sınavın sonucu ise ruhsal anlamda uyanma yani bilincinin genişlemesi olmuştur. Ruhsal konular denilince akla ilk gelen isim olan Dr. Bedri Ruhselman’ın tekâmül ile ilgili vermiş olduğu bilgilere bakalım:
Tekâmülün sezebildiğimiz tek manası, ruhun İlahi nizam ve tertip ahengi içindeki sonsuz aşamalar boyunca, aralık vermeden liyakatini artırmasını ifade eder. Bu aşamalar öyle karışık, hiçbir idrak sahibinin kavrayamayacağı öyle zor tertipler arz eder ki, bunlar kaba bir misalle, örümcek ağı gibi sonsuz bir şebeke tarzında, birbirine grift haller gösterirken, aynı zamanda, birisi ötekinin önüne geçmemek ve öteki de muhakkak diğerinin önünde bulunmak zaruretini taşıyan, akılların almayacağı bir sıraya sahiptirler.
İşte, bütün varlıkların bu tertipler içindeki ebedi seyahatlerinde bir aşamayı bitirmeleri, ancak aynı şekilde tamamlanması zaruri olan bir üstün aşamanın eşiğine adım atmış olmaktan daha ileri bir hal arz etmez. Yani mesela, bir kulübedeki kalma müddetini tamamlamış bir adam, daha kullanışlı bir evin kapısından içeri girmekle bir aşamayı geçmiş kabul edilirse, bu evin kapısından girerken, oradaki kalma müddetinin de ancak daha ileriki ve daha konforlu bir ikametgâhta oturabilmeye imkân verecek liyakati kazanabilmesi için tertip edilmiş geçici bir hazırlık devresi olduğu kabul edilmek lazım gelir.
Bunu anlamanın en iyi yolu kendi deneyimlerimizin ardından yapmış olduğumuz davranışlara ya da edindiğimiz becerilere bakmak olacaktır. Örneğin; en basiti elmanın insan bedenine olan faydalarını hepimiz biliriz, ama kaçımız bunu bildiği halde düzenli olarak elma yer? İşte mesele de tam da burada başlar. Bir şeyin iyi ya da faydalı olduğunu bilmek yetmez, bunu idrak edip, uygulamak da önemlidir. Aynı zamanda çok zor gibi gözükebilir fakat her kötü olayın, iyi tarafını görmek gereklidir. Gördüğümüz oranda olgunlaşırız. Ama sürekli söylenerek ya da suçlayarak en fazla bir kısır döngü içerisinde döner dururuz ve yerimizde sayarız.
Ruhsal uyanış ya da aydınlanma her insanın yapamadığı grift bir olaydır.
Çevremizdeki tüm insanlar aynı oranda idrak ve bilinç seviyesine sahip değillerdir. Olması da gerekmemektedir. Çünkü evrende düalite sistemi devrededir. Yani her şey zıttıyla var olur. En basiti duygularımız bile buna bir örnek teşkil eder. Nefret-sevgi, bencillik-başkalarını düşünme, sempati-antipati gibi… Zıtlarla bir denge içerisindedirler. Bu konuya uygun olarak yine Bedri Ruhselman’ın verdiği güzel bir örnek ile devam edelim: ‘Sevgiden ve vicdandan fakir bir insanın tekâmülü için dualite ilkesi gereğince zıt değerlerle karşılaşması sevgi – kin, adalet – zulüm, iyilik – kötülük gibi kavramlarla yüz yüze gelmesi gerekir. Kıyas bilgisi kazanarak dengesini bulması gerekir, bu da vicdanın ortaya çıkmasına neden olur.’ Görüldüğü üzere olumsuz gibi görünen kin, zulüm gibi duygular aslında tümevarımsal bir bakış açısıyla baktığımızda iyiliğe hizmet etmektedir.
Tıpkı dualite kavramı gibi evren aynı zamanda nedensellik ilkesi ile çalışır. Yani her yaptığımızın bir sonucu ve nedeni vardır. Burada devreye karma girer. Hep deriz ya; “Kötüler kazanıyor, bu nasıl dünya?” diye. Aslında onların kazandığı yok. Çünkü kötülük yaparak aslında kendilerini de kandırmaktan öteye gidemezler. Bir evi soyan hırsız kendini soymuş olur, birini aldatan kişi önce kendini aldatmış olur. Bu yaşamında olmasa bile bir sonrakinde bu sorumluluk onunla birlikte tekrar canlanacaktır. Bu sebeple kötülük üste çıkmış gibi göründüğü zaman bile asla umutsuzluğa kapılmayın. Çünkü sistem zaten buna göre kurgulanmıştır ve kusursuz bir şekilde işlemektedir. Fakat bazı insanlar vardır ki birçok hayat deneyimini geride bırakmış, ruhsal anlamda uyanmış ve olgunlaşmışlardır. Hatta günümüzde İndigo dediğimiz çocuklar bu ruhlardandır. Bunlara olgun(yaşlı) ruhlar da diyebiliriz. Bu ifadenin kökeni Taoizm (5000 yıldan eski olan ve kökleri Çin’e dayanan) dininden gelir. Onların inançlarına göre ruhlar, Tao denilen, küresel ve doğal birlikten ayrılırlar ve çeşitli deneyimler edinirler. Taoistler her şeyin köklerine dönmesi gerektiğine inanırlar. Böylece ruhun nihai amacı Tao’ya yeni bir yolculuk yapmaktır. Ama bu ancak hayatın verdiği tüm bilgi birikimine ve gelişime ulaştıktan sonra olabilir.(Alıntı) İşte bu bilgi birikimi ve ruhun bedenlenmesi ne kadar çok ise ona Yaşlı Ruh derler.
Yaşlı ruhların dünyayı algılamaları başkadır. Onlar sevgi için yaşarlar. Değerleri dürüstlüktür. Tıpkı Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmayı bilirler ve her zaman sezgilerini takip ederler. Çoğu şifa yeteneği ile donatılmış büyük empatlardır. Diğer insanlarda olmayan bilinç düzeyi ve tabi ki bunun getirmiş olduğu ruhsal yetileri, onları dünya hayatında kolektif bilince hizmet etmeye yönlendirir. Bir nevi ruh savaşçısı olurlar. Amaçları insanlara farkındalık kazandırmak ve onların tekâmüllerine yardımcı olmaktır.
Yaşlı ruhlar aynı zamanda seçilmişler midir?
Seçilmişler teriminin kullanımı peygamber Enok’un kitabına kadar gider hatta Sümer tabletlerine kadar. Ve birçok dinsel metinde de kendilerine yer bulmuşlardır. Seçilmiş olmak yıllar boyu insanların zihinlerinde ilahi bir şey olarak algılanmıştır. Zira seçilmiş olmak çok tanrılı dinlerde Tanrılar tarafından sevilmek ve onlara ait olan birçok bilginin kendilerine verilmesi demekti. Dolayısıyla seçilmiş olmak ayrıcalıktı. Hatta tek Tanrılı dinlere geçsek bile bu inanç farklı bir şekilde olsa bile hala günümüzde devam etmektedir. Rehberlerin ve ruhsal üstadların seçilmiş olduğuna inanılmaktadır. Mesela Kalvenizm’de insanlar seçilmiş olmak için birçok dinsel vecibe yerine getirirler. Hatta en eski kutsal kitaplardan biri olan Dyzan kitabını ancak seçilmişler anlayabilirdi. Yazar Erich von Däniken bu kitap hakkında şöyle bir yorum yapmıştır: ‘İçi sembolik işaretlerle dolu olan “Dzyan Kitabı”nın yaşını kimse bilmemektedir. Aslında, dünyadan da eski olduğu söylenir. Yine bir söylentiye göre, Dzyan Kitabı, geçmişte, öylesine bir mıknatıs gücüne sahipti ki, onu eline alan “seçilmişler, anlatılan olayların gözlerinin önünden geçtiğini görüyor, aynı zamanda, lisanlarındaki kelimeler yeterliyse, ritmik biçimde yayılan itici güçler aracılığıyla, Kitap’ ta anlatılanları kavrayabiliyorlardı. Bu “Gizli Öğreti”, binlerce yıl Tibet’ te kesin sır olarak saklanmıştı. Bilgisiz kişilerin elinde bu öğretinin çok büyük tehlikeli olacağı söylenirdi. Asıl Kitap (hala var olup olmadığı bilinmemektedir-) kuşaklar boyu kelime kelime kopya edilmiş ve “seçilmişler” tarafından yeni kayıtlar ve yeni bilgiler eklenerek genişletilmişti.’’
Enok’un kitabında ise seçilmişlerden şöyle bahsedilir:
Tüm suçlular, günahkârlar size lanet edecek. Ama seçilmişler için ışık, sevinç ve huzur olacak. Dünya onlara kalacak. Seçilmiş olanlara bilgelik verilecek. Hepsi yaşayacak ve bir daha asla adaletsizlikle veya gururla günah işlemeyecekler.
Peki kimdir bu seçilmiş olanlar?
Buna kesin bir şey ne yazık ki söyleyemiyoruz. Fakat çıkış noktası olarak çok tanrılı dine inanan Sümer metinlerini baz aldığımızda, onların inancına göre Tanrılar tarafından belirlenen ve özel olarak seçilen insanlardır diyebiliyoruz. Bu insanların elbet seçilmelerinde bir kriter olmalı, belki de yaşlı ruh olmaları bu noktada etkendir. Zira kolektife hizmet anlamında baktığımızda seçilmişlerin belli bir ruhsal olgunlukta olmaları ve tabi ki bu ruhsal olgunluğun getirmiş olduğu ruhsal yetilere sahip olmaları, onların seçimini çok daha kolaylaştırmış olabilir. Fakat her ne olursa olsun, ister seçilmiş, ister yaşlı, ister de genç ruh insanoğlunun yapması gereken en önemli şey tekâmülünü tamamlamaktır. Zor veya değil. Bir şekilde hepimiz bunun için çabalarız. Bazılarımız farkına varmaz, bazılarımız ise varır ve daha hızlı tırmanır. Bu dünyada sadece etten ya da kemikten oluşmuş bir varlık olmadığımızın bilincine vardığımız andan itibaren zaten bazı şeyler farklılaşacaktır. İnsanoğlu tıpkı kabuk değiştirmek gibi eskileri üstünden atacak ve yeni bir evrime, en önemlisi bilincinin evrimine doğru yol alacaktır. Yazımı Mevlana’nın tam da bu konu ile ilgili söylemiş olduğu sözlerle noktalamak isterim: “Kimseyi kötü görme, görmediğini de söyleme. Söyleme ki sana başka bir göz, başka bir görüş verilsin.”