Yuvaya Yolculuk Dergisi

Ölümün koşulsuz hakikati

İnsan, her şeyden kopuk yaşamaya alışmış bir varlık artık. Bilinci sanallaştırılmış; kimliğini, duygularını ve kararlarını farklı yedek sunuculara aktarmış durumda. Anne, baba, , çocuk, arkadaş, dost… hepsi birer “yedek disk” gibi konumlandırılmış. Kendinden o kadar uzak ki, bu parçalardan biri zarar gördüğünde sistemin çöktüğünü sanıyor. Ya da en kolayı: o veriyi yok sayıyor.

Fakat yok sayılan her data, yaşam formunda birer “bad sektör” oluşturuyor ve bu kötü bloklar çoğaldıkça sistem yavaşlıyor… Sonunda hastalık çıkıyor ortaya; beden sızlıyor, ruh yankılanıyor. Ölümün nefesi, usulca omzuna çöküyor.

Ölümün koşulsuz hakikati

Bu noktada, artık format atmak da bir çare olmaktan çıkıyor. Çünkü veri dağınık, yaşam formu gürültülü, zihinse bastırdığı tüm çığlıkları bir bir duymaya başlıyor. İşte bu yüzden; tüm zaman ve mekânlarda birikmiş kayıp verileri, anlamlı bir bütün haline getirmeye çalışan inançlar ortaya çıkıyor.

Ölüm, kutsanıyor.

“Yüksek bilgiye dönüş”, “ruhun evrimi”, “reenkarnasyon”, “dejavu” gibi tanımlar; insanın bu büyük bilinmezle baş etme çabasının farklı yüzleri. Ama dürüst olayım: Bana bunların çoğu fazlasıyla garip ve yapay geliyor.

Uzun zamandır kabalisttik ve Pisagor numerolojisiyle ilgileniyorum. İsim ve soyadları üzerinden, bir insanın yaşamda hangi duyguları ve temaları deneyimleyeceğini öngörmek mümkün oluyor: İfade, zenginlik, anlayış, kibir, merhamet, yaratıcılık, mükemmeliyetçilik

Bazen hiç tanımadığım birinin duygusal dünyasına dair saptamalarda bulunabiliyorum. Zaaflarını, ihtiyaçlarını, güçlü yanlarını bu sistemler açığa çıkarıyor. Astroloji de cabası… Zamanın ötesine geçip, döngülerin içinde kayboluyorsun. Doğum, ölüm, tekrar doğum…

Ama o döngüde hep bir sabit var: Ölüm. İçeri de kalamıyorsun, dışarı da çıkamıyorsun. Orada öylece duruyor. Ürkütücü mü? Hayır, kesinlikle değil. Gitmeli mi, kalmalı mı, sorusu da çok anlamlı gelmiyor artık bana.

“Hal neyse orada kalmak”… Ama acı çekmeden, üzülmeden, çaresizliğe kapılmadan. Yolculuğu böyle yaşamak istiyorum. Başarabilir miyim? Bilmiyorum. Ama gidiyorum işte. Yoldayım. Hem içime hem hayata doğru.

Ve sonra kendi kendime şu soruyu sordum: “Ne olsaydı bunları düşünmezdim?”
Cevabım, gülümsetecek kadar basit: Yeni yerler görmek. Gezmek. Şehirler, ülkeler, halklar tanımak. Yani keşfetmek. Ama tabii, bunun için de gerekli olan şey belli: Sermaye. İşte öykünün can alıcı yeri de burası.

Ölüm mü?

Kapıda. Her zaman. Her yerde. Bizimle. Hangi inanç, hangi uygarlık, ona nasıl bir anlam yüklemiş olursa olsun… Bizim payımıza her zaman tek bir gerçek düşüyor: Onun gelmekte olduğu.

 

Murat Tali

Yazar

Exit mobile version