Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Sen/in en iyi olmanı isteyen kim?

Hayatımız bir yarış ve bir varıştan ibaret. O yarışa bizi hazırlayanlar genelde kendi başarısızlıklarını, yaşayamadıklarını, hissedemediklerini bizim üzerimizden deneyimlemeyip kendi içinde özgürleşmeye çalışan ebeveynlerimiz ile arızalı olan toplum oluyor.

Toplum, bütünüyle mutsuz ailelerden ve hangi konumda olursa olsun, kendisini eksik hisseden bireylerden oluşan bir yazılımdan ibaret aslında. Buna matrix diyemeyeceğim çünkü günün sonunda verecek ne bir kırmızı hapım var ne de mavi. Sadece kendi özgünlüğümüzü neden hiç kazanamadığımızı ve çektiğimiz ıstırapların kaynağını kendimizde arama hastalığından vazgeçmemiz gereken zamanların orta yerinde olduğumuzu fark ediyorum.

Bu ben değilim!
Bu beni inşa eden de ben değilim!
Bu benliğe korku, öfke, nefret, şiddet yükleyen de ben değilim!

Hastalıklı toplum kuralları, eğitim sistemi, fikir ve düşünce imparatorlukları daha doğar doğmaz benim varlığımı kirletip durdu. İnandıkları yollardan geçmem için yer yer şiddet uyguladılar, kendi başarısızlıklarının intikamını almak için en yüksek notu almam için sınıfta elli kişinin önünde tek ayak üstünde durdurdular. Kendi karanlık dünyasının ışıksız oluşlarını fark etmeyip, ışığı yakmak yerine beni de kendi mağaralarına tıktılar. Daha yaşamın ne olduğunu tanımlayamazken, beni cezalandıran bir tanrının varlığına ikna ettiler. Elalem ne der ile inşa ettikleri o absürt ve bomboş dünyalarına beni zorla soktular. Sormadılar, neyi seviyorsun? Ne istiyorsun? Seni ne mutlu eder? Sence ben nasıl bir dünya kurmalıyım senin için? Sormadılar sadece inşa ettiler. Adına eğitim dediler, öğretim dediler, entegre olmak dediler ama sadece ve sadece hasta ettiler benliğimi ve kirlettiler varoluşumu…

Şimdi onların inşa ettiği o bombok dünyayı yıkmaya çalışıyorum ama o kadar erken yaşta kaybettiğim kendimin ne istediğini hatırlamıyorum, bilmiyorum, hissedemiyorum. Çünkü onlar hiç ortaya çıkmadan yok edildiler. Var mıydım ki yok olayım? demeye başladım bütün bu sorularla yüzleştiğimde. Beni inşa edenler bu çocuk olmamış diyerek ortada dolaşıyorlar mıdır? Öğretmenlerim, eğitim sistemi, mahalledeki amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, abiler, kendisini büyük ve haklı gören herkes mutlu mudur? Yarattıkları kaos içinde yok ettikleri çocuklara bakıp, biz ne yaptık diye soruyorlar mıdır acaba? Sanmıyorum, çünkü onların gözünde bizler hep hastalıklı idik. Eskiden şiddet görerek düzeltilirdik, şimdi ailelerin ve öğretmenlerin zorlamaları ile çocuklara (DEHB) hastalık teşhisi koyup ilaç vermesi ile sorun daha insancıl ol/may/an bir sistemle çözülüyor.

Ben şimdi neyden özgürleşeceğim ya da bizim nelerden özgürleşmemiz gerekiyor? Hayatın her anı sürekli tecavüze uğramışken ve tecavüzden zevk almak bile acı veriyorsa özgürleşmemiz gereken şeyleri hangi sıraya dizip kendimize dönebiliriz? Ve döneceğimiz biz neredeyiz?

Ah bütün bu cinayetlerin orta yerinde birkaç dinamik daha var bizim yok oluşumuza katkı sağlayan. İlki ve bence en önemlisi; kız ve erkek çocuk oluşumuzla başlıyor ayrılıkçı yetiştirilme tarzımız. Erkeğin yolculuğu; erkek adam yapmak adına şekilleniyor. Güçlü olması gerektiğiyle başlıyor, erkek adamsın ile şekilleniyor ve milyonlarca sorumluluk ile de bezenip ortaya konuluyor. Sürecin işleyişinde anne baba senarist oluyor, yönetmenler tüm okul hayatında yer alan öğretmenler, ışıkçı ve kameramanlar ise askerlikte devreye giriyor. Replikleri de çalışma hayatında yöneticiler veriyor. Sonra evlilik ve çocuklar devreye giriyor bu sefer de seslendirme, nakliye, kurgu, malzemeci, makyöz ve dekorcular işi devralıyor. Haydi ama bir yerlerde biz de var olmalıyız bu hayatın içinde. Sonra da kalkıp sen neredesin ve kimsin gibi absürt sorulara maruz bırakılıp duruyoruz şu hayatta.

Bu erkeğin döngüsü idi peki kız olunca durum çok mu farklı içinden askerliği çıkartın geri kalan tüm hikaye erkeğinkine benziyor. Onda da anne olmanın ve olmanın teslimiyeti ve yok oluşu var ve sürekli zayıf bırakılmasının sonucu uğradığı şiddet.

Bir çocuk doğuyor ve toplum onu daha kordonu kesilmeden öldürüyor. Cinsiyetten sonra içine doğduğumuz toplumun kuralları ile silinip gidiyor varlığımız. İnançlar (hatta inançların mezhepleri), siyasi düşünceler, mahalle baskısı kendi hikayemizin ilk cümlesini duymadan kendi doğrularının tamamını bize yükleyerek, yazılımıza silinemez ve formatlanamaz bir virüsü yüklüyor. Virüs kısa sürede işletim sistemi dahil tüm sistemi kendisine uyarlıyor ve sadece aç kapa işini bize bırakıyor. Hatta bazen açıp kapatmak bize bile düşmüyor, yaşımız kaç olursa olsun halen ne yapmamız gerektiğini bize söyleyen hatta dayatan bir toplum ve sistemle yaşıyoruz.

Bütün hikaye yaşamak ile ölüm arasında yürüdüğümüz ince çizgide -ki kitaplar ona sırat deyip cennete geçişin bir yolu olarak gösteriyor- o yolu gidenin biz olmadığının farkına varmak. Biz bu değilsek kimiz demeye başladığımız yer ise deliliğin vücut bulduğu yer olacak. Çünkü bırakın kim olduğumuzu bilmeyi, bizi doğuran ve yetiştirenler bile bilmez/bilemez kim olduğumuzu. İnşa ettikleri eseri tanıyamazlar çünkü onları yetiştirdiği, eğittiği, büktüğü, sildiği, kaybettiği çocuk biz olamayız. Onların fantezi dünyasında bizler savaşa gönderilecek askerlerin ölmemesi için ölesiye eğitildiği karakterleriniz. Dünya çok kötü ve bizlerin o dünyayı yenip ayakta kalmamız gerektiğini düşünüyorlar. Halbuki o dünyayı kendilerinin kirlettiğini hiçbir zaman düşünmüyorlar ve düşünmeyecekler de.

Bu arada bende dünyayı değiştirmeyi düşünmüyorum. İnsanları da değiştirmeyi düşünmüyorum. Ben kimseyi değiştirmeyi düşünmüyorum… Sadece kendi değişim yolculuğumu paylaşıyorum. Açlığımı, susuzluğumu, uykusuzluğumu, korkularımı, gördüklerimi ve hissettiklerimi paylaşıyorum. Bunu da insani bir dürtü ile yapıyorum ve adına da VİCDAN diyorum. İnsanların da fark etmesini istediğim şeyin ERDEM olmasını istiyorum. Çünkü vicdanı ve erdem bir araya geldiğinde dünyada daha fazla çocuk doğduğu anda öldürülmeyecek, yok edilmeyecek, korkulara bezenip ortaya salıverilmeyecek.

Ve

İnsanlarını kaybeden sistem bunu da ticari bir başarıya çevirip, kendini bul deyip duruyor bastığı kitaplar ve icat ettiği yöntemler ile. Yeni meslekler türetip, yeni hastalıklar icat edip o öldürdüğü çocuklara yeni ürünler satıp kendisini palazlandırıp duruyor. Çocuklar mı? Bir kurşuna değil bir düşünceye ve yaşanmamışlığa kurban edilip duruyor her gün. Senin en iyinden nasiplenen bir sistem içerisinde senin kendini bulman ne yazık ki imkansız görünüyor. Bu yüzden, şu andan itibaren yapman gereken tek şey, geçmişin tüm boktan yaşanmışlıklarını silip atman, kim olduğunu boşvermen ve yeniden doğman. Şu anda ne yapmak istiyorum? Nerede olmak istiyorum? Hangi müziği dinlemek istiyorum? Hangi kıyafeti giymek istiyorum? Değil… Beni gerçekten mutlu edecek gerçekliğe nasıl erişim? olsun sorun…

Yanıtını hemen bulamazsın, bu kadar kendine ölmüşken. Hayatın içinde yol alırken yaşadıklarının sendeki duygu yansımalarını izle. İçini titreten, kalbini çarptıran, kan basıncını yükselten, neşelendiren, mutlu eden, huzur duygusu veren şeyleri not al ve onları çoğalt hayatında. Zihnin bilemiyor ama sezgilerin, iç sesin yani içsel bilgeliğin biliyor kim olduğunu ona hatırlatmak için izin ver ve küçük dokunuşlar ile büyük olanın açığa çıkmasını izle. Sen yaşadıklarınla değil yaşayacakların ile değerli olacak bir başlangıca şimdi adım at ve gülümse

Bu yazıdaki tüm karamsar dizeleri de sil at gitsin, çünkü onlar şu andaki senin hasta olmadığını anlatmak içindi. Yaptığın şeylerin sorumluluğunu alacaksan ve kendini gerçekten huzurlu, vicdanlı, erdemli ve mutlu kılacaksan, haydi o zaman yeniden keselim kordonlarımızı ve bağlarımızı da tekrar doğalım ve dünya da insan görsün gün gözüyle..

ve bu sefer kocaman gülümse, sımsıkı sarıl kendine ve kavuşamadığın varlığına

Exit mobile version