Jack Kerouac, “Annem bir seferinde demişti ki, erkekler kadınların dizlerine kapanıp af dilemedikçe bu dünyaya huzur gelmez” diye yazar. Kadınlara biçilen rollere baktığımız zaman, arıza olma yollarının krokisini kendilerinin “Dana otoritesine karşı” huzuru bulmak adına nasıl çizdiğini görürüz: “İyi bir anne, bakımlı bir kadın, hayırlı bir kadın, kültürlü bir insan, mutfakta mükemmel bir aşçı/ yatakta ateşli bir fahişe!” Bu rollerin repliklerini ve jestlerini kadınlar unutmaya başladığında “arıza” halleri ortaya çıkmaktadır.
Konuyu açmadan önce, küçük bir bilgilendirme yapalım ki, konu “Danaların” erkek mi, dişi mi tartışmasına dönmesin. Altı aylık inek yavrusuna, cinsiyetine bakılmaksızın “Dana” denilmektedir. “Dana” sıfatı yazıda “gelişmemiş erkek zihniyeti” için kullanılmaktadır. Bu sıfatı kullandığım için tüm gerçek yavru danalardan özür dilerim. Aslında “öküz” daha anlamlı olabilirdi belki, ama danaların her daim gelişme ve dönüşme olasılığı bulunmaktadır. Erkek egemen kültürümüzü “toplumsal cinsiyetsizlik” yolunda değiştirip, dönüştüremezsek her koşulda öküzlüğümüzü tescillendirebileceğimiz bilinmelidir.
Jack Kerouac, “Annem bir seferinde demişti ki, erkekler kadınların dizlerine kapanıp af dilemedikçe bu dünyaya huzur gelmez” diye yazar. Kadınlara biçilen rollere baktığımız zaman, arıza olma yollarının krokisini kendilerinin “Dana otoritesine karşı” huzuru bulmak adına nasıl çizdiğini görürüz: “İyi bir anne, bakımlı bir kadın, hayırlı bir kadın, kültürlü bir insan, mutfakta mükemmel bir aşçı/ yatakta ateşli bir fahişe!” Bu rollerin repliklerini ve jestlerini kadınlar unutmaya başladığında “arıza” halleri ortaya çıkmaktadır. Madem ki, erkek diz çöküp af dilemesini becerememektedir, o halde ona diz çöktürecek gücü ele geçirmelidir!
Arıza olma durumunu bir dünya görüşü, bir felsefi yaklaşım olarak modernizm içinde de düşünebiliriz. Yapılan bir eylemle arıza olunmadığı da bilinmelidir. Arıza olmak, sanırım yeni bir dünya görüşünü ve bununla birlikte uygun karakter özelliklerini taşımayı da gerektirmektedir. Aşk olsun, iş olsun, toplumsal ilişkiler olsun toplumsal kurallara uymayan istikrarsız davranışları “arıza” tanımının içine koyabiliriz. Arıza ruhların yaratıcılığı, değişken hal alması ile ufuk çizgileri de sonsuzdur. Gerçi hayatı karmaşık olarak algılamaları kaosu yaratıyor gibi görünse de, dünyanın tüm renklerini de hissettikleri değişmez gerçekliktir. Modern dediğimiz ve özellikle kadınların normal kalmasının çok zor olduğu bu hayatta her daim “error” veren ve resetlenmesi olanaksız aklımızla tutunmaya çalışmıyor muyuz zaten?
3-5 cm’lik penisleri ile “Top Model” peşinde koşan atalarımızın erkek torunları olarak, dünyaya bakış açımız nedense hiç değişmedi. Beynimizin ve ruhumuzun gelişiminden çok, penislerimizi nasıl büyütebilirizin derdine düştük. Kullandığımız mavi mutluluk hapları ile yapay gücümüzü göstermek için gördüğümüz her kadının peşine takıldık. Zamanın değiştiğinin, kadınların geliştiğinin farkına varmak için “Dana” çizgisinin dışına çıkmayı halen akıl edemiyoruz! Kadınlar ile birlikte olabilmek adına onların salt “regl” dönemlerinin dışında bilmemiz /anlamamız gereken bir dünyaları yok mu? Milenyum çağı kadınının, 20. yüzyıl kadınından çok daha mutsuz, tatminsiz ve yalnız olduğunu iddia etmek, ancak biz erkek Danaların çürümüş bir görüşü olabilirdi. Peki, kendi ayakları üstünde durmayı başardığına inanan, güçlü ve sonunda hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış kadınların neden hala mutsuz olduğuna inanıyoruz?
Kadınları yıllarca hem biz erkekler, hem kadınların kendileri acımasızca sınıflandırdı: Toplumsal, cinsiyetçi, ötekileştirici rolleri dağıtırken pek cömert olduğumuz söylenebilir miydi? Aşkı para ile satın almaya alıştığımızdan, tüm kadınlar, paragöz ve servet avcısıydı. Üçüncü sınıf ve berbat çapkınlık maceralarımızdan sonra “Evlenilecek Kadın / Eğlenilecek Kadın” ayrımcılığını vicdan sızısı duymadan yapabildik. Başarı merdivenlerini hızla çıkan, kariyerlerinde zirveyi zorlayan kadınları, cinselliklerini kullanmakla suçladık ve yüksek maaşlarının hesabını onlardan daha iyi takip ettik, kıskandık. Musluk tamir eden, arabasını erkeklerden daha iyi kullanan, kaliteli çapkınlık yapmayı beceren kadınlar, biz danaların korkulu rüyası oldu. Medeni cesaretinin sorgulanması bile düşünülemeyen kadınlar, cinselliklerini teşhir ederken onlardan ve bedenlerinden korktuk, çünkü cesaret gösteren her kadın tehlikeli değil miydi?
Özgür kadının, özgür seks yapmasının arkasında, değişmez Amazon ruhu yatmaktadır. Bu ruha rağmen biz Danalar, kendimizin çirkin, sıska ve başkaldıramayacak bir naiflikte olduğumuzu görmemekte ısrar ediyoruz değil mi? Kaybedenin kadın olduğu, genel geçer ilişkilerin yozluğunun sonlandırılması ve mutlu olabilmek için ortaya sürülen erkek – kadının kendi özlerine dönmesi çözümü; aslında Tanrıça’nın tahtına göz dikilmesinden başka bir şey değildir.
Tanrıça’ya değil de Tanrı’ya inanıldığından beridir kadın, erkeğe içten içe kızgındır. En azından Amazon kadınları öyleydiler. Yunan Tanrısı Zeus’un erkek olduğunu duyduklarında, kabiledeki bütün erkekleri öldürdüler ve cinsel organlarını kesip, kendi Tanrıçalarına sundular. Neslin devamı için de bazı erkekleri kendilerine damızlık olarak ayırdılar. Damızlık erkekler beklenilenin aksine kuvvetli, yakışıklı olanlardan değil; sıska ve baş kaldıramayacak naiflikte olanlardan seçildi.
Amazon uygarlığı, kadınların egemenliğine dayanıyordu. Erkekleri öldürmekteki amaç; onların kavgacı, vahşi, sorumsuz ve uyumsuz olmalarıydı. Çözümleri ise onlarsız bir dünya oldu. Çünkü; zannedildiğinin aksine kadın, ağır yük taşıyabilir, avlanabilir, gerektiğinde kabilesini/ ülkesini koruyabilir, çocuklarını büyütebilir ve hatta toplum düzenini sağlayabilirdi. Amazonlardan sonra ne oldu peki? Dünyanın geri kalanında erkekler, kadınlara eziyet etmeye devam ettiler. Onları “zina” yaptılar diye toprağa gömüp taşladılar, kırbaçladılar, fahişe yapıp sattılar, zorla anne sıfatı içine sokup, kutsal görevler yüklediler!
İş bölümünün, evcilleştirmeye ve uygarlığa öncülük ettiği ortadadır. Sistem tarafından yapay bir biçimde kabul ettirilen kadın-erkek iş bölümü, toplumsal cinsiyetin ortaya çıkış şekli ve onu oluşturan biçim kadın üzerinde köleliği yaratan en önemli noktadır ve kadınlar tarafından da sorgulanmaması için, yaşam katı yasalar düzenlenerek kontrol altına alınmaktadır: “Kadın ötekidir, aşağıdadır ve yükselmesine asla izin verilmez, mutlak itaat etmelidir; erkek sahip olur, kullanır, sorgular, faydalanır, kontrol eder. Erkek erkektir, gerisi onun uygun gördüğü şekilde kullanacağı metalaşan kadınlardır.” Toplumsal cinsiyet, eşitsizliği ve tahakkümü yaratıyor/meşrulaştırıyorsa, sorgulanacak daha önemli ne olabilir ki?
Sonuç olarak; dünya uygarlıklarını oluşturan sistem/küreselleşmenin dışında toplumsal cinsiyetin hiyerarşisinin daha fazla modernize edilmesi güçtür ve günümüz kadını tarafından bu süreç zorlanmaktadır. Radikal bir toplumsal cinsiyetsizliğin bütünlüğü, kurtuluşumuz/insani değerlere dönüşümüz için biz uygarlığın son insanlarına kılavuzluk edebilir belki!
Yeni Çağ: Bayram SARI