“İnsan hayatının, edebiyata kazandıramadığımız sözlü bir kısmı var. Henüz değer biçmediğimiz, bizi şaşırtmayan, kendine hayran bıraktırmayan bir yan bu. Beni ise büyüleyen ve kendine esir eden şey. İnsanın konuşmasını seviyorum. Tek başına bir insan sesini seviyorum. En büyük aşkım, en büyük tutkum bu.” – Svetlana Aleksiyeviç
Helene Cixous, Julia Kristeva ve Michele Montrelay gibi Fransız feminist teorisyenler histerinin kadınlara, erkek egemen dilin dışından bir kanal açtığını iddia ettiler. Mevcut yazınsal yapının kuralları ve taşları erkeklerce konduğu için, “ecriture feminine” adını verdikleri alternatif bir yol önerdiler.
Bütün bu tartışmalarda, ilginç noktalardan biri, feminist araştırmacıların histeri ve edebiyat arasında kurdukları bağlantılardı.
Helene Cixous, bütün kadın yazarları, histerik kadınları yazmaya davet etti. Julia Kristeva, Freud un saptadığı histerik özelliklerin, kadınlar tarafından yazılan romanların çoğunda görülebileceğini söyledi. Mary Jacobus kadın yazınının muhakkak histerik olacağını iddia etti. Juliet Mitchell çok daha iddialı bir üslupla, aslında tüm kadın romancıların birer histerik olmaları gerektiğini öne sürdü. Feminist araştırmacıların histerik kadın edebiyatını yüceltmeleri, beraberinde, edebiyatta histerik kadın modeller arayışını getirdi. Bu açıdan sunulan tiplemelerin başında Jane Eyre ve Emma Bovary geldi.
Clayton Cubitt, “Histerik Edebiyat” kavramını, akıl – beden ilişkisi, odaklanma ve dikkat sorunları, kültür ve cinsellik arasındaki denge gibi konuları kadın denekler eşliğinde bir proje haline getirdi. Başlangıçta Clayton Cubitt, tanıdığı veya birlikte çalıştığı kadınların “Histerik Edebiyat” projesinin bir parçası olmasını ister. Projenin birçok destekçisi gerçekleşme aşamasında vazgeçer, çünkü kariyerlerinin kötü etkilenmesinden korkmaktadırlar. Özellikle proje başlığı düşünüldüğünde bu çağda, böyle bir yaklaşımın olması sanatçıyı üzer. Görünen odur ki, antik tabulara karşı halen mücadele gerekmektedir.
Cubitt, dünyaca ünlü erotik film yıldızlarına okumaları için birer kitap verir ve deneklerinden, kamera karşısında kitabın herhangi bir sayfasından, istedikleri bölümü orgazm olana dek vibratör eşliğinde okumalarını ister.
Kadınlar projede herhangi bir sürprizle karşılaşmayacaklarını biliyorlardı. Okuyacakları kitapları, ne giyeceklerini ve makyaj tarzlarını kendileri seçtiler. Projedeki tek bilinmezlik, deneklerin verecekleri tahmin edilemeyecek tepkiydi. Seyirci ve deneklerin tepkisinin aynı anda görülmesi için, çekimler Clayton Cubitt tarafından tek seferde yapıldı ve montaj edilmedi.
Okuma eylemi neredeyse dini bir ayin halini aldı. Deney başlayıp- bittikten sonra kadınların sanki bir transa girdikleri ve okuduklarını ne kadar az anımsadıkları gözlendi. Projeye katılan kadınlar, kendi videolarını izlediklerinde seyirciler kadar eğlenmelerine rağmen verdikleri tepkilerin şok edici olduğunu söylediler.
Masanın arkasında, üzerine havlu serilmiş bir sandalye bulunmaktadır. Kadın denek, masanın arkasına geçer ve oturur. Thomas Mann’ın “The Magic Mountain” ya da Henry Miller’ın şehvet betimlemeleri yerine, Hanry James’in, Isabel Archer karakterinin dokunaklı yaşantısını okumaya başlar. Isabel Archer’ın ruhani ve ahlaki düşünceleri, benliğe olan saygısı, günahlarının sorumluluğunu üstlenmesi üzerine olan sayfaları okurken, okuma eylemini gerçekleştiren kadının, masanın altından cinsel uyarılmasıyla birlikte zihninin dışına çıktığı, ses tonunun değiştiği gözlemlenir. Karanlık ve sıcak bir dünyanın kapıları açılmaktadır. Kitabı okuyan kadın, deney sonrasında Hanry James’i nasıl okuduğunu anımsamamaktır. Çünkü masanın altında, bacaklarının arasındaki vibratörün baskısını hissettiğinden dolayı zihni ve dikkati dağılmıştır.
Seks, insanların en temel ve güçlü güdülerinden biridir. Ancak yeme – uyku gibi insan doğasının temelini oluşturmasına rağmen, sıklıkla kısıtlanır, baskı altına alınır, damgalanır veya tabu olarak kabul edilir.
Özellikle kadınların cinsel haz duyması, tarih boyunca erkek egemen zihniyet tarafından kötü olarak damgalanmıştır. Deneyin ismi, kadınların hazzına yönelik bu tarihsel damgalamadan/ yanlış anlaşılmalardan gelmektedir.
Beden ve zihin arasındaki kavramsal bir savaş fikrinden başlayan ve bu savaşı kadın-erkek cinsiyetinden daha fazla temsil etmesi gereken insan kültürünün herhangi başka bir yönünün olduğu düşünülemeyen cinsel ilişki; zihnin ve bedenin dikkat dağılmasını deneyimleyecek en uygun alandır.Projenin, röntgencilik ya da teşhircilikle değerlendirilmemesi gerekmektedir. Clayton Cubitt’in sanatçı olarak bu deneyimi gerçekleştirmesi ve halka sunması kendi içinde tartışılmaz bir gerçeklik taşır. Bu gerçeklik, deneyimin izleyicilerinin kendilerini tanımaları yolunda yardımcı olmaktır. Ama bütün sanat eserlerinde olduğu gibi bu deneyim ve sonuçları da büyük bir kitle tarafında tabu olarak görülecektir. Bu da onların sorunu. Clayton Cubitt’e göre çoğu kültür monolitik (toleranssız) olarak tamamen muhafazakar ya da liberal değildir. Dolasıyla, cinsiyetler arasındaki eşitlik fikrini daha tutucu kültürlere açmak ve cinsel önyargıların saçmalıklarını sona erdirmek için bu tür projelerin hayata geçirilmesi zorunluluktur.
“Histerik Edebiyat” projesinde bulunan videolar izleyicisini eğlendirmekte, zaman zaman kahkahalar da attırmasına rağmen, Michel Foucault’nun, adlandırdığı “kadın bedenlerinin histerikliği” mutsuzluk, kaygı, sinirlilik, uykusuzluk, öfke ve hatta vajinal kaygılar, “histerinin” patolojisi olarak erotik arzulara paralel bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
1880’li yıllarda Dr. Dalrymple, acı çekmekte olan kadın hastalar üzerinde elektromekanik vibratör kullanır. Kadın hastaların vibratör aracılığı ile kışkırtılıp, tahrik edilerek orgazma ulaştırılması “Histeri”nin tedavisinde iyileştirici bir sonuç elde edilmesini sağlar.
Yüz yıldan fazla bir zaman sonra kadınlar vibratörlerini kendi ellerine alarak Cubitt’in masasında, özgür bir bölgede, halka açık görüntüler aracılığı ile orgazmın doruklarına çıkarak tarih yazdılar.
Bu kurgudaki kadın kahramanlar deneyi izlemekte olanların seyircisi olabilirse, bu kurguların seyircisi de bir kurmaca olabilir. Şöyle ki, deney “Histerik Edebiyat” adı altında seyirci tepkisi ve tabuların yıkılması üzerine kuruludur. Sonra ben veya benim gibi başka bir yazar, bu deneyimden çıkarımlar ortaya koymaya çalışmaktadır. Fotoğrafları, videoları ve yazılanları okuyan başka bir yazar her üç durumdan bir dördüncü çıkarıma gitmektedir. Sonra beş, altı, yedi…gibi sonsuz sayıda çıkarımlar ortaya dökülmektedir. Kurmacaların ya da deneyimlerin çıkarımı olmadığımızdan asla emin olamayız. Bu deneyimlerin yaşanması/yaşatılması cinsiyetçi ön yargıların çöpe atılması konusunda açılması gereken kilitli kapılardır. “Histeri Edebiyat Projesinin” bu amaç doğrultusunda yapılmadığını kim söyleyebilir ki? Sorgulamamız gereken budur!
Hiç’lik Penceresi: Bayram SARI