Dağlar. Ormanların daimi mekânları, envai canlının, güvenli yaşam alanları. Kabuğunun hareketlerine bağlı meydana gelen yeryüzü yükseltileri. Kadim zamanların da günümüzün de kutsalları.
Sümerler, Hititler, Keldâniler ve Mısırlılar, dağların gökyüzünün direği olduğuna inanırlar. Fenikeliler ayinlerini ve tapınaklarını kutsal saydıkları yüksek dağlarda yaparlar.
Moğollar’a göre gökte yaşayan ilâhların yeryüzüne indiği yerler dağ olur. Cermenler için dağlar tanrıya hizmet ve ibâdet için en makbul yerlerdir.
Çinlilerin kutsal saydığı beş büyük dağ, vaktiyle imparatorların ziyaret ettikleri hac mekânlarıdır. Japonlar için en kutsal dağ Fijuyama aynı zamanda yeni doğan güneşe tapınma yeridir. Hintlilerin kutsal dağı ve tanrıların oturduğu Meru dünyanın merkezinde bulunur, etrafında güneş, ay ve yıldızlar döner.
Tanrı Musa Peygamber’e On Emir’i Sina dağında verir. İsa Peygamber Zeytindağında dolaşır, vaaz verir, burada çarmıha gerilir. Hira ise İslâm Peygamberi’ne ilk vahyin indiği dağdır.
Antik çağlara uzandığımızda Eski Yunanda en kutsal dağın Olimpos olduğunu görürüz. Burada Ulu Tanrı Zeus diğer tanrılarla beraber yaşar.
Eski Türklere göre dağlar Tanrı makamıdır. Ayrıca gökteki cennete uzanan yükseltilerdir ve bu nedenle Tanrı’ya ulaşmak için en uygun mekânlardır. Buralarda ibadet ederler, adaklar adar, kurbanlar sunarlar. Kuttag, Ötüken, Altaylar, Tanrıdağı en bilinenleridir.
Kaf Dağı da Eski Türklerin dünya tasavvurunda yer alan önemli dağlardan biridir. Yüksekliği 500 fersahtır, etrafı surlarla çevrilidir. Arkasında cinler, ejderhalar, Yecüc ile Mecüc ve Anka kuşu vardır. Ergenekon destanının esasını oluşturan dağa benzer.
Kısacası; Eski Türklerde dağlar hem kutsaldır hem de mitolojik ve kozmik. Yaratılışın önemli unsurlarından biridir. Efsaneye göre; Tanrı Ülgen dünyayı yaratırken, Erlik ona yardım eder. Bu esnada kendisine de ait bir yer yapmak isteğine kapılır ve suyun derinliklerinden çıkardığı toprağın bir kısmını ağzında tutar. Fakat sonunda tükürmek zorunda kalır. Dağlar, tepeler, kayalar işte böyle meydana gelir. Dağlar altın, gümüş ya da bronzdan olabilir. Eski Türkler onlarla konuşur, onlara yalvarır, dertlerine derman ararlar.
Diğer inanışa göre ise dağlar mitolojik zamanların bahadırlarıdır ve çeşitli sebeplerle dağlara çevrilmişlerdir. Bu sebeple canlı varlıklar gibi yaşamlarını sürdürürler. Aileleri vardır, doğururlar, bir yerden bir yere giderler, kavga ederler ya da savaşırlar. Küçük dağlar büyük dağlara tabidirler. Ve tüm dağların ruhları vardır. Bunlar dağ iyeleridir. Dağları korurlar, ayrıca insanların dileklerini yerine getirirler, kimi durumlarda beddua ya da lânet ederler. Neye benzedikleri konusunda rivayet muhteliftir. Örneğin; Altay efsanelerinde sarı saçlı kadın görünümündeki dağ iyeleri avcılara âşık olur, kendisiyle evlenenlere bol bol av verir, evlenmeyenleri deliye çevirir.
Her ne kadar günümüzde efsanelerde, mitlerde, destanlarda ve masallarda kalmışlar gibi görünse de halen bazı alışkanlıklarımızın ya da yaptığımız ritüellerin temelinde Eski Türklerin dağ inancından kalma keskin ya da belirsiz izler görmek son derece mümkün. Tıpkı dağlarda bayırlarda ya da ormanların derinliklerinde dolaşırken bir dağ iyesine rastlamak kadar doğal. Belki sarı saçlı bir kadın, belki bir koca ayak, belki bir almastı ya da alkarısı formunda. Bu dünyaya fazlasıyla ait, ama asla bu dünyadan olmayan.
Değil mi ki; inanmamak ya da bilmemek varlığın varlığını yok etmez.
Kaynakça:
BAŞ, Mustafa: Dinlerde ve Geleneksel Türk İnanışlarında Dağ Kültü, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 13, Sayı 1, sf. 165-179, 2013
BAYAT, Fuzuli: Türk Mitolojisinde Dağ Kültü, Folklor/Edebiyat Dergisi, Cilt 12, Sayı 46, 2020
ÖZDEMİR, Mehmet: Türk Kültüründe Dağ Kültü ve Bir Yüce Dağ: Halbaba, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 9, sf. 1-15, 2013
POLAT, İrfan: Türk Kültüründe Dağ Kültü ve Dağ Kültüne Bağlı Varlıklar, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 68, sf. 153-174, 2020
SÖNMEZ, Zeliha: Türklerde Dağ Kültü İnancı ve Altay, Tıva ve Şor Destanlarında Dağ, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, 2008
TANYU, Hikmet: Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları No 120, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1973
TORAMAN, Ali: Altaylı Ressam Çoros Gurkin’in Eserlerinde Altay Şamanizmi, Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 8, sf. 679-696, Temmuz 2022
Okurken her bir dağın imgesi canlandı zihnimde, bilgilerinizi dağarcığıma ekledim, dağların ruhlarının gizemini duyumsadim, keyifli bir yolculuk ve neşeli bir izlence oldu benim icin yüreğinize sağlık, teşekkürler Özlem hanım
Dağların ilham dolu esintilerinden size az da olsa eriştirebildiysem ne mutlu bana, Yelda Hanım 🙂
Baba’lar için de DAĞ denir ya
sanki dağ, babanın da annenin de yüceliğini taşıyor içinde. Ruhumuzda büyüttüğümüz her kavram, dağ olup önümüze çıkıyor. O büyüyen her şey; sevgiye ve umuda dair olsun öyleyse, yüreğinize sağlık Özlem Hocam…
Aslında çok doğru bir tespit. Anaerkil düzenden ataerkil düzene geçilirken dağlardaki kuvvet de dişiden erile bir anlamda da anadan babaya aktarılmış. Ruha değen ve onu kıymetlendiren bu güzel yorum için teşekkür ederim Murat Bey.