Ego, görevini yanlış anlamış bir koruma görevlisi gibidir; diğer canlılar üzerinde üstünlük kurmak için işe alındığını zanneder.
Ego, aynı zamanda, bir an önce kim olduğumuza karar vermemizi bekleyen sabırsız bir kimlik satıcısı gibidir; iste ve al der.
Egonun oyunlarına yenik düşersek, karşı uçlar arasında aşırı şekilde gider geliriz; bunun sonucu acı çekmektir.
Egonun oyunlarına yenik düşersek, nefret-sevecenlik ya da aşağılama-yüceltme duyguları içinde kıvranır dururuz.
Hele bir de ‘ego denetçisi’ süper ego vardır ki evlere şenlik; o da sürekli iyilik-kötülük terazisini sorgulamamıza neden olur.
İşin içinde, Freud‘un ‘id‘ olarak tanımladığı bir de ‘içgüdü tanrısı‘ vardır; ortalığı karıştıran aslında odur. O hayvansı yanımızdır.
Bu üç ahbap çavuş, dengemizin iyice bozulmasına neden olur; bu kez de değersizlik-kibir duyguları içinde gidip gelmeye başlarız.
Onları hissederiz ancak dengenin nasıl kurulacağını bilmediğimiz için yine uçlara savruluruz; uysallaşır ya da saldırganlaşırız.
Aşırı uçlar ve zıt kutuplarda olmak insana acı verir; sağlıklı bir yaşam sürebilmek için her konuda uyum ve denge içinde olmalıyız.
Hani Üç Silahşörler‘de Athos, Porthos ve Aramis vardır ya, onların D’artagnant’ı olun; o diğer üçü arasında denge unsurudur.
Bu mümkün mü derseniz, evet mümkün; bir dizi yüzleşme, kabullenme ve dönüştürme işlemiyle bu mümkün oluyor.
İş, doğru uzmanı bulmakta, her şeyi göze alıp cesaretle adım atmakta; emin olun, sonrası çorap söküğü gibi geliyor…